Off topic: Birkaç yazı
Thread poster: Adnan Özdemir
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 15:04
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
Feb 27, 2020

--Alıntıdır-

Gösteriş Budalalığı ya da Züppelik
22/10/2018
Anıl Aba



Modern dönemde zengin olma durumundan ziyade zenginliğin kaynağı önemlidir. Eğer şatafatlı hayatınızın kaynağı çok çalışmak ise bu size o kadar da büyük bir statü kazandırmaz. Çünkü önünüzde aynı şatafatı, hatta fazlasını, çalışmak zorunda kalmadan yaşayan bir aylak sınıf vardır.

Norveç asıllı bir Amerikalı olan
... See more
--Alıntıdır-

Gösteriş Budalalığı ya da Züppelik
22/10/2018
Anıl Aba



Modern dönemde zengin olma durumundan ziyade zenginliğin kaynağı önemlidir. Eğer şatafatlı hayatınızın kaynağı çok çalışmak ise bu size o kadar da büyük bir statü kazandırmaz. Çünkü önünüzde aynı şatafatı, hatta fazlasını, çalışmak zorunda kalmadan yaşayan bir aylak sınıf vardır.

Norveç asıllı bir Amerikalı olan Thorstein Bunde Veblen, liberal iktisat çevrelerinin görmezden geldiği radikal iktisatçılardan biridir. Kurumsal iktisat ekolünün de öncülerinden sayılan Thor’un oğlu Veblen’in sosyal bilimlere yaptığı en önemli katkı gösteriş amaçlı tüketim çözümlemesidir.

Liberal (neoklasik) iktisat paradigmasının fayda-değer teorisine göre, piyasadaki bir malın değerini tüketiciye sağladığı marjinal fayda belirler. Marjinal faydası yüksek olan malların piyasa fiyatı yüksek, düşük olanların fiyatı düşük olacaktır. Ayrıca talep yasasına göre bir malın fiyatı artarsa, artan fiyatla birlikte marjinal faydanın da artması gerektiğinden, tüketim miktarı da azalmak durumundadır. Bireyler “zaten” rasyoneldir; dolayısıyla kendilerine fayda sağlamayan mallara boşu boşuna fazla para vermezler. Falan fistan…

Veblen’in ekonomi politiği
Veblen, neoklasik iktisadın temelleri sarsan bir çözümleme yapar. Kapitalizmin erken dönemlerinde bireysel sermaye birikimleri henüz çok büyük seviyelere ulaşmamıştır. Kapitalistler hem sermayenin sahibidirler hem de işletmelerinin başında durarak yöneticilik yaparlar. Bakkalının başında duran küçük burjuva buna örnek olarak gösterilebilir. Fakat sermaye biriktikçe ve iş büyüdükçe şirketi yönetmek hem zorlaşır hem de gereksizleşir. Bu noktada kapitalist, şirketin başına yüksek ücret ve küçük bir hisse verdiği bir yönetici koyar. Bütün üretim işini asgari ücretli işçiler yaparken (çünkü daha iyi bir seçenekleri yoktur), “organizasyonel” işleri de parazit yönetici grubu yapar. Sermayenin sahibi olan kapitalistin artık hiçbir iş yapmasına gerek yoktur. Böylece ortaya Veblen’in “aylak sınıf” dediği yeni bir toplumsal katman çıkar.

Veblen’e göre kapitalizmde çalışmak, üretim yapmak, topluma faydalı olmak statü göstergesi değildir. Aksine, esas statü hiç çalışmadan şatafatlı bir hayat sürmekten gelir. Bugün 7-haneli bir CEO bile, çok zengindir ama, lüks hayatını sürdürmek için çalışmak zorundadır. Varlık balonları patlayıp işsiz kaldığında, hazıra dağlar dayanmaz, bireysel birikimiyle aynı şaşaayı en fazla birkaç sene sürdürebilir. Sonrasında standartlarını düşürerek üst-orta sınıf seviyesine düşer ki bu çoğumuz için erişilmez bir nokta olsa bile bir CEO için müthiş bir dramdır.

Yani modern dönemde zengin olma durumundan ziyade zenginliğin kaynağı önemlidir. Eğer şatafatlı hayatınızın kaynağı çok çalışmak ise bu size o kadar da büyük bir statü kazandırmaz. Çünkü önünüzde aynı şatafatı, hatta fazlasını, çalışmak zorunda kalmadan yaşayan bir aylak sınıf vardır.

1910’lu yılların İngiltere’sinde geçen Downton Abbey dizisi bu meseleyi gayet iyi anlatır. Dizinin esas ailesi olan Crawley’ler İngiltere’nin aristokrat ailelerinden biridir. Dükler, düşesler, kontlar, kontesler, hizmetçiler, valeler, müthiş bir zenginlik ve şaşaa… Bir akşam yemeği sırasında, malikanenin müstakbel varisi, kuzen Matthew Crawley zorlu şehir hayatını öğrenmek için bir muhasebecinin yanında çalışacağından bahseder:

Matthew: Ripon’da bir iş buldum. Yarın başlayacağımı söyledim.

Lord Grantham: Bir “iş” mi? Seni malikanenin işleriyle ilgilenmen için düşündüğümü biliyorsun değil mi?

Matthew: Merak etmeyin, gün boyu malikaneyle ilgilenecek çok vaktim olacak. Ve tabii hafta sonu bana kalacak.

Kontes Violet Crawley: (şaşırmış bir şekilde) Hafta sonu da ne?

Muazzam değil mi? Gerçekten de zengin aylaklar için salı ile cumartesinin bir farkı yoktur.

“Hafta sonu” sadece çalışan insanlar için anlamı olan bir kavramdır.

Benzer bir aylak sınıf gösterişini Paris Hilton bir ütü masası gördüğünde “bu ne böyle?” diye sorarak yapmıştı. Hafta sonu ve ütü masası orta-alt sınıfları bağlar. Bu bakıma Maggie Smith’in yıldızlaşarak oynadığı kontesin sorusu çok gerçektir. Kontesinki kadar Lord Grantham’ın “bir iş mi?” sorusuna da dikkat etmek gerekir. Çünkü insanlar için kutsal bir içgüdü olan “çalışmak” kapitalizmde aşağı ve hor görülen bir şey haline gelmiştir. İdeolojik aparatlar burjuvazinin kontrolünde olduğundan modern kapitalizmde üretenler değil girişimci parazitler, yöneticiler ve ünlüler yüceltilir. Ağır ve elzem işler yapan çöpçülerin, inşaat işçilerinin ya da madencilerin topluma katkıları çok yüksek olsa da tek vasfı babadan zengin olmak olan Paris Hilton kadar saygınlıkları yoktur.

Aylak sınıf ve gösterişçi tüketim
Ayranı iki liralık cam bir bardaktan da içebilirsiniz, 1500 liralık altın varaklı bir bardaktan da… 70 liralık kol saati de aynı zamanı gösterir, 700 bin dolarlık saat de… Düz akıllı telefona da aynı uygulamaları indirirsiniz, pırlanta taşlı telefona da… Her iki durumda da elde edilen fayda aynı. Mantıklı olan aynı faydayı düşük bir bedelle elde etmek iken neden bardak gibi basit bir şeye 1500 lira verilir? Neoklasik iktisadın çok matematiksel saçmalıkları bunu izah edemiyor. Veblen bunu gösterişçi tüketim (conspicuous consumption) kavramıyla açıklıyor. Kapitalizmde aylak sınıf statüsünü göstermek için tüketim yapıyor.

Mesela 19. yüzyıldaki aristokrat kadınların tek başına giymesi imkânsız, ağır ve konforsuz elbiseleri sırf statü göstergesi olarak giyilir (bkz. Anna Karenina). Kadınların tırnaklarını uzatıp renkli ojeler sürmesi kömür madenlerinde çalışmadıklarını ya da evde ağır iş yapmadıklarını gösterir. Yine kadın gömleklerinde düğmelerin ters tarafta olmasının sebebi ilikleme işini hizmetçilere yaptırmalarıdır.

Arabaları parlak jantlarla modifiye etmek, kürk montlar, pahalı yemek takımları büyük oranda gösteriş için yapılan tüketimlerdir. Fakat gösteriş sadece mallar üzerinden değil boş zaman ve deneyimler üzerinden de yapılır. Cem Yılmaz’ın bir gösterisinde makarasını yaptığı “business class” uçuşlar da buna bir örnektir. Basitçe farklılaştırılmış bir deneyim 3000 dolar etmez, o bilet fiyatı gösterişin bedelini yansıtır. Nisan ayının ortasında bronz tenle okula gelmek büyük oranda gösteriştir; ya solaryuma gitmişsinizdir ya da Yunan adalarında bir hafta sonu “kaçamağı” yapmışsınızdır. Şubat ayında kampüste siyah bacak ateli ve koltuk değnekleriyle gezmek Kartalkaya’da kayak yaptığınızın gösterişidir. Gün boyu golf oynamak aylak sınıfın boş zaman gösterişidir.

Para konuşur, servet fısıldar…
Tabii bu gösteriş konusunda eski ve yeni zenginlerin davranışlarını ayırmak gerekir. Cem Uzan’dan bayrağı başarıyla devralan Ali Ağaoğlu, Yeni Türkiye’nin gösterişçi tüketim distribütörü olarak düşünülebilir. Kaç tane arabası olduğunu hatırlamaz, on binlerce dolarlık saatler takar, kendinden 30 yaş küçük üç-beş tane sevgilisi vardır, sürekli gözler önündedir, fakirler karanfil bırakırken o gül bırakır, canlı yayında cebindeki paraları saydırır… Oysa Rahmi Koç tüketim alışkanlıklarıyla hava atmaz ya da Bülent Eczacıbaşı’nın hiçbir zaman genç sevgilileri olmamıştır. Fark, Ali Ağaoğlu’nun yeni zengin (new money / nouveau riche) olmasıdır. Vaktiyle yaptığı “sonradan görme değilim” açıklaması da aslında yeni zengin olduğunu doğrular. Demek öyle bir gündem var ki bu savunmayı yapma ihtiyacı duydu.

Yeni zenginler, henüz yeni zengin olduklarından, zenginliklerini her fırsatta gösterme ihtiyacı hissederler. Böylece cemiyete dahil olabileceklerini düşünürler. Mesela cemiyet hayatının olmazsa olmazlarından biri sergi açılışlarıdır. Yeni zenginler açılışa tam zamanında gelip kokteylin sonuna kadar dururlar. Herkesle konuşurlar; paparazzilere poz verirler; bütün içkilerden içerler; her gelen aperatifi yerler; “25 adımda sanat” gibi kitaplar okuyup kestirmeden edindikleri entelektüel birikimle ahkâm keserler. Eski zenginler (old money / vieux riche) ise galeriye açılıştan yarım saat sonra gelirler; aldıkları bir kadeh içkiyle bir kenarda sessizce takılırlar; kalabalığa pek karışmazlar; şampanyalarını yarım bırakıp erkenden çıkıp giderler. Çünkü bu etkinlik yeni zenginler için kendilerini gösterebilecekleri havalı bir olayken eski zenginler için nezaketen katıldıkları sıradan ve sıkıcı bir şeydir.

Mesela platin saçlı kokoşların konken partilerinde yeni zenginler kazanmaya çalışırken eski zenginler kaybederler. Bunu da dert etmezler, çünkü kumarda esas gösteriş kazanmak değil kaybetmektir. Hatta bazen kazanacakları eli kasten kaybettikleri bile olur. Poker masalarında kaybetmeyi hazmedemeyip hırs yapanlar genelde yeni zenginlerdir. Eski zengin bir milyon dolar kaybedip hiçbir şey olmamış gibi odasına gider.

Fitzgerald’ın Muhteşem Gatsby romanında, eski zenginlerden Tom Buchanan görkemli bir hayat yaşayan Jay Gatsby gibilerinden “istedikleri kadar zengin olsunlar, hiçbir zaman bizim gibi olamayacaklar” minvalinde bahseder. Gerçekten de bugün Bill Gates, Jeff Bezos ve Donald Trump gibi dünyanın en zengin insanları istedikleri kadar zengin olsunlar hiçbir zaman Astor, Vanderbilt, Rockerfeller ya da Du Pont gibi ailelerle yan yana konmazlar. Hatırlarsanız, görgüsüzlüğüyle bilinen, Mark Zuckerberg birkaç sene evvel 30 milyon dolar verip kendi evinin etrafındaki dört evi satın alarak yaşadığı muhiti kapatmıştı.

Aynı şekilde Ali Ağaoğlu da 3 milyon dolar verip gürültü yapan komşusunun evini almıştı. Dünyanın en zengin insanı da olsan fark etmez, yeni zenginlerde gösteriş ve görgüsüzlük hep yan yana gider. Bu neredeyse bir kuraldır. Çünkü yeni zenginler bu şekilde zenginliklerini hisseder ve hissettirirler.

Zenginlere özenen yoksullar
Uzaktan bakıldığında Marx’inkine benzeyen bir kapitalizm eleştirisi yapan Veblen sonuç noktasında Marksist çizgiden tamamen kopar. Marx kapitalizmin iç çelişkileri ve istikrarsızlığı üzerinden ilerlerken Veblen kapitalizmin, ekonomik parametreler açısından değilse de sosyolojik olarak, kendi içinde bir denge yarattığını öne sürer.

Veblen’e göre, kapitalizmde, yoksul işçiler zenginlere karşı ayaklanıp devrim yapmak değil, özünde onlar gibi yaşamak isterler. Zenginler gibi yaşayamıyorlarsa da onları taklit ederler. Bu öykünme özellikle tüketim alışkanlıklarında kendini belli eder. Bir markanın orijinalini alamıyorsa bile gider çakmasını alır. Son model akıllı telefonu almak için böbreğini satar (Çin’de bunun bir örneği yaşanmıştı). Kapitalist sistem, hem teoride hem pratikte, sanki ezeli ve ebedi bir veriymiş gibi alındığından, bireyler sistemi değiştirmek yerine onun içinde sonu olmayan bir çözüm arayışına girerler.

Amerikalıların, aslında farkında olmadan liberalizm eleştirisi yapan, “Zengin ol ya da bu uğurda öl” diye bir deyişi vardır. Zengin olmak elbette zordur ama sistem, ‘yeni zengin’ olma hevesindeki insanlara kişisel gelişim palavralarıyla “yardım” eder. Bu tezgâha düşen fırsatçıların çoğu hayatını zengin olmak uğrunda harcarlar. Batarlar, çıkarlar, iflas ederler, tekrar girişirler, tam zengin olacakken yine batarlar… Kapitalist sistemin eşitsizlik ve adaletsizliklerini kesinlikle ciddi manada sorgulamazlar, sistemi değiştirmeyi zaten akıllarının ucundan dahi geçirmezler. Hayattaki en büyük amaçları 7 adımda zengin olmaktır. Tüketim kültürünü pekiştiren reklam ve pazarlama sektörü de bu tezgâha çanak tutar. Bu yanlış bilincin kapitalizmin ömrünü uzattığı konusunda Veblen’in haklılık payı olsa da sistemin daha derinlerindeki temel çelişkileri ortadan kaldıramadığını da görmeliyiz.

---
Not: Bu yazı daha önce Birgün Pazar’da “Gösterişçi tüketim ve yeni zenginler” başlığıyla yayınlanmıştır.

https://dunyalilar.org/gosteris-budalaligi-ya-da-zuppelik.html/

[Edited at 2020-02-27 04:12 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 15:04
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
"Organize sanayi bölgesi işçileri tehlikede!" Apr 14, 2020

--Alıntı--

Sözcü
Latif SANSÜR
17:59 - 14 Nisan 2020


İzmir Tabip Odası Genel Sekreteri Lütfi Çamlı, yapılan tüm uyarılara rağmen organize sanayi bölgelerinde pandemi koşullarına uyulmadığını, işverenlerin gerekli duyarlılığı göstermediğini söyledi. Çamlı, "Bazı iş yerlerinde revir yok. Hatta hijyenik lavabo bile yok" ifadelerini kullandı.

İzmir Çiğli Organize Sanayi Bölgesi’nde (OSB) işçilerin fabr
... See more
--Alıntı--

Sözcü
Latif SANSÜR
17:59 - 14 Nisan 2020


İzmir Tabip Odası Genel Sekreteri Lütfi Çamlı, yapılan tüm uyarılara rağmen organize sanayi bölgelerinde pandemi koşullarına uyulmadığını, işverenlerin gerekli duyarlılığı göstermediğini söyledi. Çamlı, "Bazı iş yerlerinde revir yok. Hatta hijyenik lavabo bile yok" ifadelerini kullandı.

İzmir Çiğli Organize Sanayi Bölgesi’nde (OSB) işçilerin fabrika önünde servis beklerken çekilen görüntüler, gözleri işçilerin salgın sürecindeki çalışma koşullarına çevirdi.

İzmir Tabip Odası Genel Sekreteri Op. Dr. Lütfi Çamlı, çalışanların sağlığının korunması için corona virüsü pandemisiyle ilgili önlemlerin alınmasında işverenlerin gerekli duyarlılığı göstermediğini söyledi.

OSB’lerde ciddi alt yapı sorunları olduğuna dikkat çeken Çamlı, iş yerlerinin özelliklerine göre pandemiyle ilgili önlemlerin alınabileceğini kaydetti.

“İŞ YERİ HEKİMLERİ ÇABALIYOR, İŞVEREN DUYARSIZ”

Pandemiyle mücadelede iş yeri hekimlerinin olağanüstü bir çaba harcadığını söyleyen Op. Dr. Lütfi Çamlı, işçileri servisler, yemekhaneler ve çalışma ortamında neler yapacakları konusunda bilgilendirdiklerini belirtti.

Çamlı, OSB’lerde çalışma ve koşullarda ciddi alt yapı sorunu olduğunu belirterek şöyle konuştu:

* İş yeri sahipleri ne yazık ki, iş yeri hekimiyle aynı duyarlığı göstermiyor.

* Bazı iş yerlerinde revir yok. Hatta hijyenik lavabo bile yok.

* İş yeri hekimleri ellerinden geldiğince sorunları çözüme kavuşturmaya çalışıyorlar.

* Ne yazık ki çabaları sonuçsuz kalıyor.

* Başarılı sonuçlar alınması için iş yeri sahiplerinin duyarlılık göstermesi gerekiyor.

“ÖZELLİKLERİNE GÖRE İŞ YERİ DÜZENLEMELERİ GEREKİYOR”

Corona virüsü salgının OSB’leri tehdit etmemesi için düzenlemeler gerektiğini söyleyen Çamlı, şunları söyledi:

* Servislerde, iş yerindeki çalışma koşullarında izolasyon kurallarına çok dikkat edilmeli.

* Birtakım düzenlemeler yapılması gerekiyor.

* Çalışma saatlerinin ayarlanması, işçilerin dinlenme beslenme gibi durumlarının pandemi koşullarına uygun hale getirilmesi, esnek çalışma koşulları geliştirilmesi gibi işyerlerinin özelliklerine göre çalışma yapılmalı.

* Bazı iş yerlerinde üretime bile ara verilebilir.

TTB DE UYARDI: HİÇBİR ŞEY İNSAN SAĞLIĞINDAN DEĞERLİ DEĞİL

Türk Tabipler Birliği (TTB) de geçtiğimiz günlerde İzmir’de bir iş yeri hekiminin corona virüsü nedeniyle hayatını kaybetmesi üzerine, büyük iş yerleri ile ilgili rapor hazırladı.
Raporda iş yeri hekimleri ve çalışanlara yönelik eksiklikler ve alınması gereken önlemlere dikkat çekildi.

TTB raporunun sonuç bölümünde şu görüşlere yer verildi:

* Özellikle büyük iş yerlerinde birden fazla çalışanın hastalanmasına, salgının yayılmasına yol açtığı halde hala iş yerlerinde çalışmanın durdurulmaması Türkiye işçi sınıfının sağlığını göz göre göre tehlikeye atmakta; ‘Hepimiz aynı gemideyiz’ söyleminin tersine pandemi sürecinin sınıfsal boyutunu açık olarak ortaya koymaktadır.

* Temel, zorunlu ve acil mal ve hizmet üretilenler dışındaki bütün işler durdurulabilir, işten çıkarmalar yasaklanabilir ve herkesin geçimi güvence altına alınabilir.

* Bunun önündeki tek engel kapitalistlerin kâr hırsıdır.

* Oysa hiçbir şey insan sağlığından daha değerli değildir.

https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/organize-sanayi-bolgesi-iscileri-tehlikede-5748225/
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 15:04
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
"Yeni virüslerle karşılaşma ihtimalimiz yüksek" Apr 27, 2020

--Alıntıdır--

Cumhuriyet/ 27 Nisan 2020 Pazartesi
Söyleşi: İpek Özbey


Ne zaman ki koronavirüs bizi evlere hapsetti, “Doğaya ne yaptık da başımıza bunlar geldi” diye sormaya başladık. Acı ders alacağımıza hiç kuşkunun olmadığı bu süreci “Dünyamız ne kadar sağlıklıysa biz de o kadar sağlıklıyız” diye yorumlayan ve eski davranışları sürdürme şansımız olmadığını söyleyen WWF Türkiye Yönetim Kurulu Başkan
... See more
--Alıntıdır--

Cumhuriyet/ 27 Nisan 2020 Pazartesi
Söyleşi: İpek Özbey


Ne zaman ki koronavirüs bizi evlere hapsetti, “Doğaya ne yaptık da başımıza bunlar geldi” diye sormaya başladık. Acı ders alacağımıza hiç kuşkunun olmadığı bu süreci “Dünyamız ne kadar sağlıklıysa biz de o kadar sağlıklıyız” diye yorumlayan ve eski davranışları sürdürme şansımız olmadığını söyleyen WWF Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı Uğur Bayar ile hastalıkların yayılımında insanoğlunun payını, ekosistemlerin önemini, insanların evlere çekilmesi sonucu sokakları ziyaret eden yaban hayvanlarını, üzerimizden geçen kuşların hastalık taşıyıp taşımadığını, hayatımızı virüslerle geçirmemek için ideal yol haritasını konuştuk.

- Geçen hafta bir rapor yayımladınız. Genelde “Doğa bizden intikamını alıyor” diye özetlenen vakayı WWF bilimsel olarak ortaya koyuyor. Ebola, AIDS, SARS, kuş gribi ve domuz gribi… Son yıllarda ortaya çıkan bu hastalıkların ortak özelliği ne?

Evet, yeni tip koronavirüs de aslında Ebola, AIDS, SARS, kuş gribi gibi son yıllarda ortaya çıkan hayvan kaynaklı hastalıkların son örneği. Raporumuz insan sağlığı ile doğanın birbiriyle yakın ilişkisini?ortaya koyuyor. Bu hastalıkların yayılmasında özellikle yaban hayvanı tüketimi ve ticareti ile genel olarak doğanın insan tarafından aşırı sömürülmesinin büyük etkisi var. Dünyamız ne kadar sağlıklıysa biz de o kadar sağlıklıyız.

- Birçok salgının hayvan pazarlarından ortaya çıkması tesadüf mü?

Hayvan pazarlarında, normal koşullarda belki de hiç karşılaşmayacak birçok yabani ve evcil hayvan türü, canlı ya da cansız halde bir araya geliyor. Hijyen şartlarının uygun olmadığı nemli ortamlar, bir türden diğerine, ondan da insana virüs geçişini kolaylaştırabiliyor. Bununla birlikte, yaban hayvanı türlerinin yasadışı ve kontrolsüz ticareti, başta ormansızlaşma olmak üzere doğal ekosistemlerin tahribi, sulak alan, mağara gibi habitatların kaybı, bu tür yaşam ortamlarını tercih eden canlı türlerinin yer değiştirerek daha önce etkileşim içinde olmadığı diğer türlerle temasını ve virüs alışverişi ihtimalini artırıyor.

- Bu gerçek ortadayken yaban hayvanı ticareti artarak sürüyor yine de...

Afrika, Uzak Asya, Latin Amerika gibi bazı ülkelerde tarımsal üretimin yeterli olmaması insanların protein ihtiyacını yaban hayvanlarından karşılanmasını zorunlu kılabiliyor. Bazı ülkelerde ise gelenekler veya geçmişten gelen alışkanlıklar var. Örneğin bir türün etinin ya da (gergedan boynuzu örneğinde olduğu gibi) vücudunun bir parçasının tedavi edici olduğuna inanılıyor. Buna karşılık, daha zengin ülkelerde belli bir gelir düzeyine sahip insanlar yüksek ücretler ödeyerek yaban hayvanı eti talep ediyor ya da avcılığı bir hobi olarak görüyor. Avlanan hayvanların eti de avcı için ödül oluyor.

- Kentlerde ve köylerde bu tüketimin aktörleri farklı sosyolojik ve ekonomik yapıya mı sahip?

Evet, küresel ölçekte bakıldığında genel olarak kırsaldaki talebin arkasında yatan neden daha çok hayvansal protein ihtiyacının en ucuz ve kolay yolla karşılanması. Çünkü gelir düzeyi düşük kesimlerin çiftliklerde yetiştirilen evcil hayvana erişimi görece daha zor. Kentlerde ise eski tüketim alışkanlıklarını devam ettirmek isteyen alım gücü yüksek kesimde, yaban hayvanı etine talebin görece yüksek olduğunu görüyoruz.

- Pazarın nasıl bir ekonomik büyüklüğü var?

Yasadışı yaban hayatı ticareti, uyuşturucu ve silah kaçakçılığından sonra en büyük hacme sahip yasadışı ticaret faaliyeti. Bu pazarın ekonomik büyüklüğü Dünya Ekonomik Forumu verilerine göre her yıl 7- 23 milyar dolar. Diğer kaçakçılık yöntemlerine göre daha az riskli olması ve yıllık hacmi, bu ticarete yönelimi her geçen gün daha da artırmakta. Asya ülkelerindeki türlere artan talep, gelişen ticaret ağları ve yöntemleri, yaban hayatı kaçakçılığında son 30 yılın en yüksek değerlerine ulaşılmasına neden oldu.

- Türkiye’nin bu trafikteki payını biliyor muyuz?

Rakamsal veriler yok ancak Türkiye, yasa dışı yaban hayvanı ticaretinde transit ülke olması sebebiyle önemli bir konuma sahip.

- Kontrolü mümkün değil mi?

Dünya genelinde tehdit altındaki bitki ve hayvan türlerinin ticaretinin takibi ve kontrolü CITES (Nesli Tehlike Altında Olan Yabani Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşme) tarafından sağlanıyor. Türkiye de bu sözleşmenin taraflarından biri. Özellikle, gelişmekte olan ülkelerdeki mevzuatın ve gümrük denetimlerinin yetersizliği ve rüşvet gibi faktörler yaban hayatı ticaretinin önlenmesinin önündeki en önemli engellerden. Talebin önüne geçmek için gelişmiş ülkelerdeki pazarlarda yaban hayvanlarının et ve parçalarına (fil dişi, gergedan boynuzu gibi) yönelik talebin de azaltılması gerekiyor. WWF, bu konuda, özellikle Afrika ve Uzak Asya’daki türlerin korunması için yoğun çalışmalar yapıyor.



HASTALIĞA YOL AÇAN YARASA DEĞİL
- Örneğin yarasalar… Virüsü yayma hızları çok mu yüksek?

İnsanoğlu bu tür durumlarda bir suçlu arama eğilimindedir. Ancak burada hastalığa yol açan yarasa değil. Yarasayı etkileyen tipten daha farklı bir koronavirüs ile karşı karşıyayız. Buna sebep olan da mutasyona imkân veren kontrolsüz ortamlar. Bir başka türde bulunan koronavirüsün insanla teması da risk yaratabilir. Gıda kontrolü olmayan bütün yaban hayvanı etleri için bu risk geçerli. Sadece Çin’deki değil, bütün ülkelerdeki yaban hayvanlarının kontrolsüz tüketimi başka zoonozlara yol açabilir. Genellikle mağaralarda yaşayan yarasalar, aslında madencilik faaliyetleri, ormansızlaşma gibi nedenlerle doğal alan kayıplarından en çok etkilenen türlerden. Bununla birlikte yarasaların tarımsal üretimin ana koruyucularından biri olduğunu unutmamamız gerekiyor. Beslendikleri sinekler, böcekler sayesinde başka taşıyıcılardan (vektörlerden) koruma görevi üstleniyorlar. Tropikal bölgelerde yetişen kakao gibi birçok ürünün tozlaşmasında rol oynuyorlar. Bir ekosistemden yarasaları kaldırmak arı kovanına çomak sokmak gibidir. Tekrar altını çizmek gerekirse sebep yarasa değil, yaban hayvanları ile kontrolsüz temasa sebep olan doğal alan kayıplarına yol açan insan faaliyetleri ve yaban hayvanı ticaretinin yarattığı olumsuz koşullar. Aslında bütün türlerin ekosistem içinde belli bir görevi var, en baskın tür olan insanın, faaliyetlerini bu dengeyi bozmayacak şekilde yeniden düzenlemesi gerekiyor.

- Şu an üzerimizden kuşlar geçiyor, virüsü taşıyorlar mı?

Göç eden türlerin taşıdıkları hastalıkları bulaştırma riski olmakla birlikte, eğer bu türler konakladıkları alanlarda insanlardan izole kalırsa, insan etkisi ile konaklama alanları bölünmez ise bu risk az olur.

- Başka hangi hayvanlardan kolay bulaşıyor?

Evcil ve çiftlik hayvanlarından yaban hayvanlarına kadar birçok farklı tür virüs taşıyor. Bu virüslerin çoğu, üzerinde taşındığı hayvanda hastalık belirtileri oluşturmadan kalıyor. İnsan için de tehdit oluşturmuyor. Ancak tıpkı insanlarda olduğu gibi yoğun stres altında kaldıklarında bağışıklık sistemleri zayıflıyor ve virüsler hastalık oluşturabiliyor. Hastalık belirtilerinin ortaya çıkması da virüslerin saçılmasını kolaylaştırıyor. Virüs, bakteri ve parazitlerin yaban hayvanları üzerinde bir döngüsü var. Yaban hayata müdahale ederek bu döngüyü kırmadığımız ve kontrolsüz temasta bulunmadığımız sürece kolay bulaşma söz konusu olmuyor.

- Her hayvanda koronavirüs var mı?

Kedi, köpek, sığır, koyun, sansar, fare, yaban tavşanı ve yarasa gibi birçok farklı tür farklı koronavirüs etkenleri taşıyor. Koronavirüsler, türe özel virüsler. İstisnalar dışında bir türdeki virüs başka türde hastalık oluşturmuyor. Yeni tip koronavirüs ile birlikte, insanda hastalık oluşturan koronavirüs sayısı yediye ulaştı.

- İnsanların ve eşyaların sürekli dolaşım halinde olması yayılımı nasıl etkiliyor?

Yeni tip koronavirüste, SARS ve MERS’e göre, ölüm oranı daha düşük ancak onu tehlikeli yapan bulaşıcılığı. Dünyadaki ulaşım hızının geldiği boyutu düşünürsek bu durum bu tip salgınlar için eşsiz bir imkân sağlıyor. Eskiden bu tip zoonozlar yerel seyredip yok oluyordu, belki sadece kendi içinde kapalı yaşayan bir kabileyi etkiliyordu. Ama küresel dünyada yayılımın önüne geçmek mümkün değil. Bu nedenle eski davranışları sürdürme şansımız yok.

- 50 yıl önce antibiyotik ve aşıların üretimi ve yaygın kullanılmaya başlamasıyla insanlar enfeksiyona karşı savaşı kazandığını sandı. Ancak bugün görüyoruz ki pek de öyle değil. Sistem nasıl işliyor, aşılar, antibiyotikler ortaya çıktıkça virüs de bunlara karşı direncini mi artırıyor?

Antibiyotikler bakterilere karşı etkili, virüslere karşı değil. Virüslere karşı oluşturduğu semptomlara yönelik bir tedavi uygulayabiliyorsunuz. Bunun dışında aşılar var. Ancak virüslerin insan bağışıklık sisteminden kaçmak için izledikleri bazı çok özel yöntemler var. Örneğin bu salgına neden olan koronavirüs milyonlarca yıldır yarasada ve yarasanın bağışıklık sistemine karşı koymak için evrimleşmiş. İnsanın doğa üzerindeki etkisi arttıkça yeni virüslerle karşılaşma ihtimali de artıyor. Dünyadaki tüm canlıların virüs taşıdığını düşünürsek bizim için son derece patojen yeni virüslerle karşılaşma ihtimalimiz de yüksek.

- Raporda, gezegenin karşı karşıya kaldığı değişimle “Antroposen” adı verilen yeni bir çağa adım attığımızı söylüyorsunuz. Nasıl bir çağ bu?

İnsanın dünya üzerindeki etkisi 20. yüzyılın ortalarından bu yana inanılmaz bir ivmeyle yükseliyor. Buna karşılık doğa ve doğanın bize sunduğu hizmetler giderek artan risklerle karşı karşıya. Buna dikkat çeken bazı bilim insanları, artık “Antroposen” adı verilen yeni bir jeolojik çağa adım attığımızı söylüyor. Bu çağda iklim hızla değişiyor, okyanuslar asitleniyor, canlı toplulukları tamamen yok oluyor ve bütün bu değişimler bir insanın yaşam süresi içerisinde ölçülebilecek bir hızla gerçekleşiyor. Risk altında olan sadece yabani bitki ve hayvan türleri değil; biz insanlar da hızla bozulan bu koşulların kurbanı olmaya adayız. Harekete geçmediğimiz takdirde Dünya modern insan toplumu için çok daha elverişsiz bir yer haline gelecek. Bu nedenle, gezegenimizin sınırları içinde yaşamayı öğrenmemiz ve ekosistemleri korumamız şart.



İNSAN BASKISI AZALINCA HAYVANLAR ŞEHRE İNDİ
- Birçok büyük şehre geyikler, domuzlar inmeye başladı. Biz onlar için “dünya onlara kaldı” diyoruz ama işin aslı ne?

Salgın nedeniyle insan faaliyetlerinin azaldığı bu dönemde yaban hayvanlarının yerleşim yerleri yakınlarında görülmesiyle ilgili birçok görsel geliyor. Yunus ve Akdeniz foku gibi deniz memelilerinin kıyılara yakın yerlerde görülmesi sürpriz değil. Şimdi bu alanlardaki insan baskısının, tekne ve motor hareketliliğinin azalması deniz memelileri için de kıyıları daha güvenli hale getirdi. Kara memelileri için de durum benzer. Örneğin Bursa’da teleferik istasyonuna giren boz ayının rahat tavırları… Normalde gececil bir hayvan olmamasına rağmen insan baskısı onları geceleri insanlar çekildikten sonra aktif olmaya zorluyordu. Ancak daha önce gece ziyaret ettikleri alanları şimdi insanların evlere çekilmesiyle gündüzleri de ziyaret ettikleri görülüyor. Birçok yaban hayvanı için otoyol ağları önemli bir sorun. Yoğun trafik olan yollardan geçmeye çekiniyorlar. Ancak trafiğin durma noktasına geldiği bu dönemde tilki, çakal, yabandomuzu ve karaca gibi birçok yaban hayvanı yeterli yiyeceğe ulaşabilmek için her gün çok geniş alanları dolaşmak zorunda. İnsan baskısı nedeniyle girmeye çekindikleri birçok alan artık onlar için yeni beslenme alanları haline geldi.

50 YILDA 3 VAN GÖLÜ KADAR SULAK ALAN KAYBETTİK
- Doğal ekosistemlerin insan eliyle değiştirilmesi de bir başka sorun. Tüketimdeki yükseliş, nehirler, okyanuslar, iklim sistemi nasıl değişikliklere yol açıyor ve sağlığımızı tehdit ediyor?

Yaşadıklarımızı doğanın yanıtı ya da intikamı olarak görmektense, kaynaklarımızı aşırı tüketmenin, tahrip etmenin ve kirletmenin sonuçları diye yorumlamalıyız. Son 50 yıl içinde dünya üzerindeki omurgalı tür popülasyonları, avlanma ve habitat kaybı gibi nedenlerle ortalama yüzde 60 azaldı. Habitat kaybı dediğimiz şey, daha önce bitkisi, hayvanı ve mikroorganizmalarıyla diğer canlıların belirli bir etkileşim içinde varlığını sürdürdüğü doğal yaşam ortamıdır; ormansızlaşmadır, sulak alan kaybıdır, denizel ortamların yok olmasıdır. Örneğin, Türkiye’de son 50 yıl içinde, 3 Van Gölü büyüklüğünde (1.3 milyon hektar)?sulak alan?ekosistem özelliklerini kaybetti. Her yıl bu alanlarda konaklayan kuşların bir sonraki yıl aynı gölü bulamayarak ölmesi, aslında bizim için de alarm verici bir durumdur.

- Neden?

Çünkü değişen çevresel koşulların ilk göstergesi kuşların davranışlarıdır. Unutmayalım ki, insanoğlunun sahip olduğu ekonomik, sosyal ve kültürel düzen, sunduğu ekolojik temel üzerine kurulmuştur. Sağlığımız, esenliğimiz, refahımız için gerekli temiz havayı, suyu, gıdayı, tıbbi ürünleri doğaya borçluyuz.

- Örneğin ormanları yok etmemiz bu hastalıkların ortaya çıkışında nasıl etkili oluyor?

Ormansızlaşma, dünyadaki habitat kaybının en büyük nedenlerinden biri. Yaşam alanı kaybı da, hayvanları göç etmeye, yeni türlere temas etmeye ve dolayısıyla yeni patojenlerle tanışmaya zorluyor. Örneğin, ormanları yok ettiğimizde, ya da madencilik, taşocakları gibi faaliyetlerimizle, yarasaların yaşadığı mağaralara zarar verdiğimizde bu hayvanlar zorunlu olarak göç ediyor, başka alanlara gidiyor ve normal şartlarda karşılaşmadıkları türler ile karşılaşıyor. Sivrisinek ve kene gibi vektörlerle taşınan hastalıkların yeni coğrafyalara yayılma ihtimali artıyor. Hatta insan kaynaklı iklim değişikliğinin diğer türlerle ilişkimizi değiştirmesi enfeksiyon riski açısından önemli... Dünya ısınırken, karada ve denizde yaşayan çeşitli türler, sıcağın artan etkisi sebebiyle kutuplara ya da yükseklere yöneliyor. Bu da, normalde temas etmemesi gereken pek çok türün temas etmesi anlamına geliyor ve patojenlere yeni türlere yerleşmek için bir fırsat doğuruyor. Bozulmamış ve istikrarını koruyan doğal ormanlar bu bakımdan hızlı değişime maruz kalmış ve bozulmuş ormanlara göre daha güvenli. Dolayısıyla, türler arasında ve türlerle insanlar arasında yeni etkileşimlere yol açabilecek her türlü insan etkisi bu açıdan kritik öneme sahip.

- Sadece Türkiye örneğinden yola çıkalım: Çevreciler yıllarca “3. köprüyü yapmayın, ağaçları kesmeyin, yeni havalimanı için ekosistemi bozmayın” diye uyardı.. Nicesi var. Hep kulak tıkanıyor. Günün birinde bedelini ödeyecek miyizi ya da ödemeye başladık mı?

Doğal alanların tahribatına yol açan ve insan yaban hayat etkileşimini artıran tüm faaliyetler aynı zamanda risk faktörlerini de artırıyor. Doğal ekosistemler, sağladıkları temiz hava, içme suyu ve barındırdıkları yaban hayatı ile şehirler için yaşam destek sistemleri aynı zamanda. Yaşam destek sistemlerinin bozulması, şehirleri hem doğal afetlere hem de salgın benzeri risklere karşı daha kırılgan hale getiriyor. Yaşam alanları bölünen yaban hayvanları, insanla daha yakın temas içine girmek zorunda kalıyor. Bu da bir risk faktörü. Bu nedenle, yapılacak yatırımların olası etkilerine bütünsel bir perspektifle bakılması, fizibilite çalışmaları yapılırken tüm olasılıkların ele alınması, insanın uzun vadeli esenliği için büyük önem taşıyor.

- Bozulmuş bir ekosistem eskiye döndürülebilir mi?

Teorik olarak evet… Ama bu, ekosistemin kendini yenileme kabiliyetine bağlı ve zaman alıcı bir süreç. Verimliliğini fazla kaybetmemiş, iklim şartları elverişli olan ekosistemlerde bu süreç daha kolay ama şartların bu kadar elverişli olmadığı yerlerde daha zordur. Bu nedenle bazı yerlerde, doğayı kendi haline bırakıp ona zarar vermemek yeterli iken, bazı yerlerde insan tarafından desteklenmesi gerekebilir. Bunun en somut örneklerinden biri ağaçlandırmadır. Kesim yapılan Karadeniz ormanları bir süre sonra kendiliğinden yeniden yeşerebilir ama daha kurak ve verimsiz Anadolu topraklarında geri dönüş zordur. Ya da kurumaya yüz tutmuş bir sulak alanı yeniden suyla buluşturmak, önce sazlıkların yeşermesini sonra kuşların burada yuva yaparak kolonileşmesini sağlayabilir. Parçalanmış yaşam alanlarının insan baskısı olmayan ekolojik koridorlarla birleştirilmesi bu yaşam alanlarında sıkışmış canlılar için bir umut ışığı olabilir. Sonuç olarak, ekosistemi geri kazanmak riskli, zaman alıcı ve maliyetli bir süreçtir. Buna karşılık, eldeki değerli ekosistemleri kaybetmemek her bakımdan daha az riskli ve ucuzdur. Bu nedenle değerli ekosistemlerimizin kıymetini iyi bilmeliyiz.

- Hükümetlere düşen görevler neler?

Salgın bize artık hayatlarımızı eskiden olduğu gibi sürdüremeyeceğini gösterdi. Her birimizin sorumlulukları var. Ekonomiyi canlandırmak için verilecek kararlar bundan sonra nasıl bir dünyada yaşayacağımızı belirleyecek. Geldiğimiz noktada, doğa ve insan için yeni bir başlangıç yapmamız gerekiyor: Düşük karbonlu ve çevresel etkileri azaltılmış bir büyüme mi, yoksa toplumu başka krizlere sürükleyebilecek eski büyüme anlayışı mı? İnsan sağlığı, doğal yaşam ve ekosistemler arasındaki ilişkiyi ne kadar güçlü bir şekilde korursak, gelecekte karşılaşacağımız salgın gibi krizlerin üstesinden gelme olanağımız da o ölçüde artacaktır. Bu nedenle ekonomik desteklerin kirleten yatırımlardan yeşil ve sürdürülebilir üretime kaydırılması; sürdürülebilir yatırımların teşvik edilmesi şart.

VİRÜSLERİN BULAŞMASINI ENDÜSTRİYEL TARIM DA ETKİLEDİ
- İşin ekonomik boyutuna gelirsek: Ne bekliyorsunuz? Tarım tekrar önem kazanır mı?

Aslında tarım önemini hiçbir zaman kaybetmemişti ama biz insanlar olarak Covid-19 ile bunun tekrar farkına vardık. Hepimizin ilk tepkisi evimize gıda almak oldu. Bu dönemde bağışıklığımızı güçlü tutmak için doğru ve gerçek gıdalar ile iyi beslenmenin önemini anladık. Bugüne kadar kolaylıkla ulaştığımız, cepte kabul ettiğimiz ve değerini yeterince bilmediğimiz gıdanın en temel ihtiyaçlarımızdan biri olduğunu hatırladık. Gene bu dönemde ekolojik olarak üretilmiş gıdaya, fiyatı konvansiyonelden yüksek bile olsa, talebin arttığını gördük. Çünkü kendi sağlığımızın doğanın sağlığı ile bağlı olduğunu fark etmeye başladık.

Bundan sonra tarımda ekolojik yaklaşımlara önem verilmesi şart. Raporumuzda da yer verdiğimiz üzere, endüstriyel tarım uygulamalarının yaygınlaşması virüslerin bulaşmasını etkileyen faktörler arasında. Bu bağlamda tarımsal üretimle ilgilenen büyük, küçük her oyuncunun şapkasını önüne koyup üretim şeklini nasıl dönüştürebileceğini planlaması gerekiyor. Hem yaban hayatı, hem de insan dostu geleneksel pratiklerin hatırlanması, yeni bilgiyle yoğurulup tekrar hayata geçirilmesi elzem. Bunun için agroekolojik yaklaşımların önceliklendirilmesini ve yaygınlaştırılmasını tavsiye ediyoruz, çünkü “Tek Sağlık” prensibi olmadan artık devam etmek mümkün değil. Bu stratejik kavram, bugün de tanık olduğumuz gibi, insan sağlığının diğer hayvan türlerinin ve çevrenin sağlığı ile yakından bağlantılı olduğu temeline dayanmakta.

YENİ SALGINLAR İSTEMİYORSAK…

*Her şeyden önce, Çin’de örneğini gördüğümüz yaban hayvanı pazarları kapatılmalı ve insanların yaban hayvanlarıyla kontrolsüz teması kesilmeli.

*Kaçak avcılık sona erdirilmeli, kara avcılığı salgın döneminde yasaklanmalı ve salgın risklerine göre yeniden düzenlenmeli.

*Doğal yaşam ortamlarını koruyarak canlı türlerinin ve popülasyonlarının yok olmasının önüne geçilmeli.

*Uzun vadede ise bozulmuş ekosistemlerimizi restore ederek, yeniden kazanmaya çalışmalı ve tarımsal faaliyetlerde yaban hayatı dostu uygulamaları teşvik etmeliyiz.

*Ekonomik ve sosyal alanlarda, Covid-19 sonrası dönemde kalkınma anlayışımızı yeniden gözden geçirerek sürdürülebilir yatırımlar teşvik edilmeli.

*Ekonominin canlandırılması için atılacak adımlarda enerji verimliliği, yenilenebilir enerji, elektrikli ulaşım gibi çevresel olarak sürdürülebilir yatırımlar önceliklendirilmeli.

*Covid-19 krizinde sergilenen kolektif çaba, iklim ve biyolojik çeşitlilik krizini önlemek için de kararlılık ve dayanışma ile yürütülmeli.

*Bu nedenle WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) olarak, karar vericilerimizden yerel yöneticilerimize, iş dünyasından bireylere çağrımız şudur: Gelin, “Doğa ve İnsan İçin Yeni Bir Başlangıç” yapalım!



NEDEN UĞUR BAYAR?
New York Eyalet Üniversitesi Matematik ve İstatistik Bölümü’nü bitirdi. Kariyerine Citibank Türkiye’de başladı. 1997- 2002 yılları arasında Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı yaptı ve halen Anadolu Holding, Tekfen gibi büyük kurumların yönetim kurulu üyesi ve Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın (WWF) Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı. Başında bulunduğu WWF, geçen hafta “Doğanın Yok Oluşu ve Pandemilerin Yükselişi” adlı geniş bir rapor hazırladı, bize de sormak kaldı.

72


Kaynak: http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/yeni-viruslerle-karsilasma-ihtimalimiz-yuksek-1735330
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 15:04
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
"Corona sonrası için korkutan analiz! Eyvah eyvah…" Apr 27, 2020

--Alıntı--

Sozcu.com.tr
10:41 - 27 Nisan 2020

Nevşin Mengü’ye konuşan Meteorolojist Bünyamin Sürmeli, iklim değişikliğine ilişkin önemli uyarılarda bulundu. Sürmeli, "Donuk toprakların çözülmesiyle, milyonlarca yıldır donuk olan virüsler açığa çıkabilir" dedi.

Meteorolojist Bünyamin Sürmeli, Nevşin Mengü ile Özel Haber’e konuk oldu. Sürmeli, karantina sürecinde iklim değişikliğini, bu sürecin iklime etkilerini
... See more
--Alıntı--

Sozcu.com.tr
10:41 - 27 Nisan 2020

Nevşin Mengü’ye konuşan Meteorolojist Bünyamin Sürmeli, iklim değişikliğine ilişkin önemli uyarılarda bulundu. Sürmeli, "Donuk toprakların çözülmesiyle, milyonlarca yıldır donuk olan virüsler açığa çıkabilir" dedi.

Meteorolojist Bünyamin Sürmeli, Nevşin Mengü ile Özel Haber’e konuk oldu. Sürmeli, karantina sürecinde iklim değişikliğini, bu sürecin iklime etkilerini anlattı.

Son günlerde yunus balıklarının İstanbul’un çeşitli sahillerinde görünmesini yorumlayan Sürmeli, yunusların sahillere yanaşmasının tek sebebinin insanların eve kapanması olmadığını, teknelerin yaydığı gazlar, yağlar, kirleticiler, dumanlar, insanlar ve gürültü olmadığı için yunusların biraz daha yakınlara geldiğini söyledi.

Denizde sürekli bir akıntı olduğunu belirten Sürmeli, insanların denizin yakasını bıraktığı takdirde denizin de havanın da kendisini toparladığını söyledi.

Corona virüsü ilk çıktığında Çin hükümetinin yayınladığı bir haritayla havadaki ozondioksit miktarının değişimini gösterdiğini belirten Sürmeli, Türkiye’de de bunun üzerinde çalışıldığını, İstanbul’da da ciddi oranda fark olduğunu söyledi.

O VİRÜSLER AÇIĞA ÇIKABİLİR

Hava kirliliğini ve iklim değişikliğini olumlu yönde etkileyen diğer bir sebep ise şu sıralar uçuşların ciddi anlamda azalması. İnsanların hareketinin tarih boyunca sıkıntı yarattığını söyleyen Sürmeli, şu an iletişim araçlarının çok güçlü olmasının da insan hareketini artırdığını anlattı. Sürmeli “Donuk toprakların çözülmesiyle, milyonlarca yıldır donuk olan virüsler açığa çıkabilir” tespitinde bulundu.

Sürmeli, “gidilip görülesi yerler” adı altında pek çok yerin, özellikle yaylaların, ormanların, dağların sosyal medyada paylaşıldığını, buralara ulaşım için yolların yapıldığını, insanların arzu merkezi haline getirdiği bu yerlerin de bu tür salgın hastalıkları yayma konusunda etkili olduğunu söyledi. Özellikle ormanların insanlar için olmadığını belirten Sürmeli, hayvandan insana geçen pek çok virüsün bu yolla bulaşarak, salgın hastalıklara yol açabildiğini belirtti.

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN ETKİSİ…

Sürmeli, corona virüsün, laboratuvar ortamında çıkıp çıkmadığına dair spekülasyonların kendi alanı olmadığını belirterek, iklim değişikliğinin virüsler üzerindeki etkisini şu şekilde anlattı:

* Sıcaklığı artıyoruz, buzullar eriyor ama buzulların erimesinden daha tehlikeli bir şey var, o da termofrostların çözülmesi. Termofrost, yani donuk topraklar, buzulların hemen altındaki karalarda başlıyor. Oralar erimeye başladı ve küresel ısınma etkisiyle oluşacak erimenin tahmini süresinden daha hızlı eriyor.

* Yani beklenen kötü senaryoların kötüsü var, iyisi yok. Bunun erimesi ne demek biliyor musunuz? On binlerce, yüz binlerce, milyonlarca yıldır o toprağın içerisinde donuk bir şekilde kalan bakteriler, virüsler, mikroplar şimdi erimenin etkisiyle açığa çıkmaya başlıyorlar. Bu dünyanın sigortaları var, onları attırmamak lazım ve biz onları attırıyoruz şu anda.

YAZ SERİN GEÇECEK Mİ?

Mengü, Sürmeli'ye havanın temizlenmesiyle bu yazın daha serin geçmesinin mümkün olup olamayacağı sorusunu yöneltti. Sürmeli, mart ayının ikinci en sıcak geçen ay olduğunu belirterek, corona virüsün etkisiyle nisan, mayıs ve haziran aylarının beklenen rekor sıcaklıkta olmayabileceğinin tahmin edildiğini söyledi.

Sürmeli, küresel ölçekte böyle bir sıcaklık azalmasının beklendiğini, bu neticelerin de mart ayının ikinci yarısından işaret verdiğini aktardı. İnsanların yaptığı frene doğanın hemen tepki vermediğini belirten Sürmeli, doğanın 40-50 yılda ancak bu duruma refleks gösterebildiğini, bu karantina sürecindeki gibi, insanların kendilerini frenlemesinin birden etki etmeyeceğini fakat ufak dalgalanmalara sebep olacağını, dolayısıyla karantina sürecinin bitmesinin ardından bu frenlemenin devam etmesi gerektiğini söyledi.

Kaynak: https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/corona-sonrasi-icin-korkutan-analiz-eyvah-eyvah-5776785/
Collapse


 


To report site rules violations or get help, contact a site moderator:


You can also contact site staff by submitting a support request »

Birkaç yazı


Translation news in Türkiye





TM-Town
Manage your TMs and Terms ... and boost your translation business

Are you ready for something fresh in the industry? TM-Town is a unique new site for you -- the freelance translator -- to store, manage and share translation memories (TMs) and glossaries...and potentially meet new clients on the basis of your prior work.

More info »
Wordfast Pro
Translation Memory Software for Any Platform

Exclusive discount for ProZ.com users! Save over 13% when purchasing Wordfast Pro through ProZ.com. Wordfast is the world's #1 provider of platform-independent Translation Memory software. Consistently ranked the most user-friendly and highest value

Buy now! »