This site uses cookies.
Some of these cookies are essential to the operation of the site,
while others help to improve your experience by providing insights into how the site is being used.
For more information, please see the ProZ.com privacy policy.
This profile contains dynamic content (javascript) supplied by the profile owner. Although such content is common on the internet and is likely harmless, there is a possibility that security risks may be involved. Learn more.
Would you like to accept dynamic content from this profile owner?
Dynamic content (javascript) disabled in this profile. FAQ | Settings...
<FONT COLOR="#151B8D">DIPLOMA IN TRANSLATION IoLET</FONT>
Profilart
Freiberufliche Übersetzer bzw. Dolmetscher, Verifiziertes Mitglied
Data security
This person has a SecurePRO™ card. Because this person is not a ProZ.com Plus subscriber, to view his or her SecurePRO™ card you must be a ProZ.com Business member or Plus subscriber.
Verbindungen zu Auftraggebern
This person is not affiliated with any business or Blue Board record at ProZ.com.
Translation Auftragsvolumen: 27340 words Abgabedatum: Nov 2011 Languages: Englisch > Türkisch
Security management software localization for an internationally renown company
Security management software localization for an internationally renowned company
Computer: Software
Kein Kommentar
Translation Auftragsvolumen: 21350 words Abgabedatum: Oct 2011 Languages: Englisch > Türkisch
Bicycle Manual
Bicycle Manual
Maschinen/Maschinenbau
positiv Unlisted : Nuri translated technical information on bicycles, in 2011. He was always a professional in his attitude and his work was perfect. Thank you again, Nuri
Translation Auftragsvolumen: 27477 words Abgabedatum: Jun 2011 Languages: Englisch > Türkisch
Translation Auftragsvolumen: 132910 words Duration: Oct 2012 to Mar 2013 Languages: Englisch > Türkisch
Large Automotive Project, Mining Equipment, Loader
Automotive Project translation and proofreading, the word count just shows the translated material, there are about the same amount of proofread words.
Kraftfahrzeuge/PKW und LKW
positiv One Planet: Nuri was very helpful in managing terminology over a very large project
Translation Auftragsvolumen: 21168 words Duration: Mar 2013 to Apr 2013 Languages: Englisch > Türkisch
Coating System Technical Manual Translation
Coating System, Technical Manual
Maschinen/Maschinenbau
positiv meinrad.cc communication consulting GmbH: Very professional, friendly, reliable
Englisch > Türkisch: Aston Martin Owners Club General field: Technik Detailed field: Kraftfahrzeuge/PKW und LKW
Ausgangstext - Englisch Aston Martin Owners Club
An invitation to join the AMOC
The sporting spirit of the 1930s exists today in one of the world’s most exclusive car clubs. Enthusiasts in nearly 60 countries are united by an interest in iconic cars with an enviable pedigree.
Enjoy the company of like-minded owners in a wide range of activities: social evenings, weekends away or motoring tours.
Something more competitive? AMOC Concours are a benchmark for connoisseurs of fine motorcars.
A need for speed? We organise track days, sprints and hill climbs as well as circuit racing in venues such as Silverstone, Goodwood and Lime Rock in the USA.
Benefits
Aston Martin Emergency Service provides the following benefits dependent on requirements to entitled vehicles in both the home country and Europe as defined.
Roadside Recovery and Home Assistance
In the event of vehicle immobilisation Aston Martin Emergency Service will organise and pay for the costs of taking your Aston Martin to the nearest Aston Martin Dealership, should assistance at home or at the roadside prove unsuccessful.
Traction Control
Warning: It is always the drivers responsibility to drive safely according to the law and with due regard to prevailing conditions.
Warning: Traction Control must never allow the driver to be tempted into taking risks which could affect his or her safety or that of other road users.
Warning: Traction Control cannot overcome consequences of applying too much engine power for prevailing conditions.
Do not maintain engine power at such a level that traction control is operated for long periods (more than about one minute). This reduces fuel to the engine and may cause the exhaust catalysts to overheat. Overheating of the exhaust catalysts can destroy them.
Traction control is a function of DSC, and is operated in association with the DSC system. Traction control prevents excessive wheel spin at standing starts, or during acceleration. Wheel spin is usually caused by excessive use of the accelerator pedal, or slippery, loose or bumpy road surfaces.
To prevent excessive wheel spin and maintain vehicle stability in such situations the traction control system will:
• Brake either of the driven wheels when they start to slip
• Or adapt the engine torque to a level corresponding to the traction available on the road surface
These symptoms are normal and will clear as wheel spin is eliminated and normal engine power is restored.
If vehicle Cruise Control is engaged it will automatically disengage when traction control is operating.
Satellite Navigation
Two modes of operation are available:
Easy Mode
Provides simple functionality to enable the user to select a destination.
Advanced mode
Provides all system functionality.
The Navigation system has all maps and features, for the market area, installed in the vehicle’s electronic memory.
A DVD player is provided to install map and feature up-dates as and when available (Refer to ’Map Updates’, page 9.3).
The locations used in this chapter do not necessarily reflect known places and are for the purpose of describing operating procedures only.
Global Positioning System
The vehicle’s speed sensor and a gyro calculate the current position and the direction of travel of the vehicle using signals from the Global Positioning System (GPS) satellite system.
Traffic Message Channel Receiver
Standardised code system for traffic information. The Traffic Message Channel (TMC) receiver seeks the relevant frequency. Transmission occurs via FM frequencies. Transmission is not available everywhere. The system is currently being expanded.
Übersetzung - Türkisch Aston Martin Sahipleri Kulübü (AMOC)
AMOC'a katılma çağrısı
1930'lu yılların sporculuk ruhu, dünyanın en seçkin otomobil kulüplerinden birinde halen yaşıyor. Kıskanılacak şeceresi olan ikonik arabalara duydukları ilgi, 60'a yakın farklı ülkeden araba tutkunlarını bir araya getiriyor.
Sosyal geceler, haftasonu buluşmaları veya sürüş turları gibi çeşitli aktivitelerde kafa dengi araba sahipleriyle arkadaşlık edin.
Peki, biraz rekabete ne dersiniz? AMOC Konkurları, seçkin otomobil sarrafları için bir mihenk taşıdır.
Hız mı diyorsunuz? ABD'de Silverstone, Goodwood ve Lime Rock gibi yerlerde pist günleri, sprintler ve bayır tırmanışları olduğu gibi pist yarışlarını da düzenliyoruz.
Ayrıcalıklar
Aston Martin Acil Servisi, tanımlanan koşullara bağlı olarak hak sahibi araçlara hem ana ülkede hem de Avrupa'da aşağıdaki ayrıcalıkları sunmaktadır.
Yol Kurtarma Hizmeti ve Ev Yardımı
Aracınızın mahsur kalması halinde Aston Martin Acil Servisi, eğer evde veya yolda araç yardımı başarısız olursa Aston Martin'inizi en yakın Aston Martin Bayisine ulaştırma hizmetini organize edecek ve giderlerini ödeyecektir.
Çekiş Kontrolü
Uyarı: Yasalara uygun ve hakim koşulları göre dikkatli araba kullanmak her zaman sürücülerin sorumluluğudur.
Uyarı: Çekiş Kontrolü, sürücünün kendisinin veya yoldaki diğer sürücülerin güvenliğini tehlikeye atabilecek risklere girmesine hiçbir zaman izin vermemelidir.
Uyarı: Çekiş Kontrolü, hakim koşullarda aşırı motor gücünü kullanmanın sonuçlarının üstesinden gelemez.
Motor gücünü çekiş kontrolünün uzun süre etkin kalmasına neden olacak (bir dakikadan fazla) düzeyde tutmayın. Bu düzey, motora giden yakıt miktarını azaltır ve egzoz katalizörlerinin aşırı ısınmasına yol açabilir. Egzoz katalizörlerinin aşırı ısınması onları tahrip edebilir.
Çekiş kontrolü, DSC'nin bir fonksiyonudur ve DSC sistemiyle bağlantılı olarak çalışır. Çekiş kontrolü, durağan başlangıçlarda veya hızlanma sırasında fazla tekerlek patinajını önler. Tekerlek patinajına genellikle gaz pedalına fazla basılması ya da kaygan, kasisli veya gevşek yol yüzeyleri neden olur.
Bu tür durumlarda fazla tekerlek patinajını önlemek ve araç istikrarını sağlamak için çekiş kontrol sistemi:
• Kaymaya başladığında tahrik edilen tekerleklerden birini frenler
• Ya da motor torkunu yol yüzeyindeki mevcut sürtünmeye tekabül eden düzeye uyarlar.
Bu belirtiler normaldir ve tekerlek patinajı giderilince ve motor normal gücüne kavuşunca ortadan kalkacaktır.
Eğer aracın Seyir Kontrolü devredeyse, çekiş kontrolü çalıştığında otomatik olarak devreden çıkacaktır.
Uydu Navigasyonu
İki çalışma kipi mevcuttur:
Kolay Kip
Kullanıcının bir varış yeri seçebilmesini sağlamak için kolay işlevsellik sunar.
Gelişmiş kip
Tüm sistem işlevselliğini sunar.
Navigasyon sistemi, aracın elektronik hafızasına yüklü olan pazar alanı için tüm haritalar ve özelliklere sahiptir.
Harita ve özellik güncellemeleri söz konusu olduğunda yüklemek için bir DVD oynatıcı sağlanmıştır.
Bu bölümde kullanılan konumların, bilinen yerlere tekabül etmesi gerekmemektedir ve sadece çalıştırma prosedürlerini açıklamak için amaçlanmıştır.
Global Konum Belirleme Sistemi (GPS)
Aracın hız sensörü ve cayrosu, Global Konum Belirleme Sistemi (GPS) uydu sisteminden alınan sinyalleri kullanarak aracın geçerli konumunu ve seyir yönünü hesaplar.
Trafik Mesaj Kanalı Alıcısı
Trafik bilgileri için standart kod sistemi. Trafik Mesaj Kanalı (TMC) alıcısı uygun frekansı arar. İletim, FM frekanslarıyla gerçekleşir. İletim her yerde mevcut değildir. Sistem şu anda geliştirme aşamasındadır.
Englisch > Türkisch: Massey Ferguson Tractors General field: Technik Detailed field: Kraftfahrzeuge/PKW und LKW
Ausgangstext - Englisch A better working environment
Enhanced driver comfort is something that we pay particular attention to. Understandably you’ll be spending plenty of time in your tractor, so we now offer an optional cab suspension system for higher levels of comfort and safety. This new feature brings Massey Ferguson to the forefront of agricultural innovation with excellent levels of operator comfort down to 86 horsepower.
High-productivity depends on many factors within the agricultural industry. Reliable, good quality machinery and a safe and healthy working environment are two of those factors.
It is estimated that around five million working days are lost each year due to driving-related activities*, leading to loss of productivity and in some cases long-term health problems.
Looking after people and machinery in the workplace is essential. Depending on the application, you could spend up to 18 hours a day in your tractor; so comfort, practicality and ergonomics are essential attributes to a profitable and effective business.
Our priority is your comfort
The cab of the MF 5400 Series has been ergonomically designed to reduce stress on the operator. Well-positioned controls, an adjustable driver’s seat plus easy accessibility to the cab all contribute towards better working conditions.
This flexible new feature for Massey Ferguson’s range of machinery means that the entire MF 5400 Series can be specified with cab suspension as an optional feature on all standard, flat floor cab versions.
The MF 5400’s tough yet simple cab suspension will help to reduce driver fatigue and discomfort.
Whichever application you’re working in, you can be assured that this simple system requires no operator input and works independently and to its full potential.
Where transporting, mowing and cultivating can be amongst the most arduous and repetitive of tasks, the MF 5400 Series’ new cab suspension will cushion the impact of heavy-duty applications that may involve the operator being continuously jolted.
This straightforward cab suspension system consists of silent bloc bushes at the front of the cab and a pair of spring assisted shock absorbers mounted at the rear.
MF 5400 Series tractors: further improving driver comfort by giving a smoother ride and faster, safer transport of mounted equipment.
The opposite page shows the range and applications in which the MF 5400 Series cab suspension will work at maximum productivity whilst ensuring your health, safety and comfort at all times.
Ideal in: Bale handling - Driving on rough, uneven ground such as tramlines is made easier and more comfortable.
At: 5 - 20 km/h**
Ideal when: Mowing/tedding/raking and baling - An application that requires a large amount of repetitive driving on uneven ground will benefit greatly from the MF 5400 Series cab suspension.
At: 5 - 15 km/h**
Ideal in: Transportation - Perfectly in control and sitting comfortably when faced with less than perfect roads!
At: 10 - 40 km/h**
Ideal when: Spraying/fertiliser spreading - Work within a safe, productive and stable environment even at higher working speeds.
At: 5 - 15 km/h**
01 Left-hand front silent bloc
02 Left-hand rear suspension
* Based on UK findings from the Health and Safety Executive.
** Average working speed may vary depending on conditions and attached implements.
Übersetzung - Türkisch Daha iyi bir çalışma ortamı
Yüksek sürücü konforu, bizim özellikle üzerinde durduğumuz bir konudur. Anlaşılır nedenlerden dolayı traktörünüzde çok fazla zaman geçiriyor olacaksınız; bu yüzden biz, şimdi daha yüksek konfor ve güvenlik düzeyini sağlamak için isteğe bağlı kabin süspansiyon sistemini sunmaktayız. Bu yeni özellik, 86 beygir gücüne kadar operatör konforunun çok iyi düzeyleriyle Massey Ferguson'u tarımsal inovasyonda ön plana çıkarmaktadır.
Yüksek verimlilik, tarım sektöründe birçok faktöre bağlıdır. Güvenilir, iyi kaliteli makine parkuru ve güvenli, sağlıklı çalışma ortamı bu faktörlerden ikisidir.
Verimlilik kaybına ve bazı durumlarda da uzun süreli sağlık sorunlarına yol açan traktör kullanım aktiviteleri sebebiyle her yıl yaklaşık beş milyon iş gününün kaybedildiği tahmin edilmektedir*.
İşyerinde insanlar ve makinelerin gözetimi önemlidir. Uygulamaya bağlı olarak, traktörünüzde günde 18 saate kadar zaman geçirebilirsiniz; bu yüzden kullanışlılık ve ergonomi, karlı ve etkin bir işin en gerekli nitelikleridir.
Bizim önceliğimiz sizin konforunuzdur
MF 5400 Serisinin kabini, operatörün maruz kaldığı stresi azaltmak için ergonomik olarak tasarlanmıştır. İyi konumlandırılmış kontroller, ayarlanabilir sürücü koltuğu artı kabine kolay erişim, hepsi daha iyi çalışma koşullarının oluşturulmasına katkı yapmaktadır.
Massey Ferguson'un makine yelpazesinin bu esnek yeni özelliği, standart, düz zemin kabin modellerinin tümünde isteğe bağlı bir özellik olarak tüm MF 5400 Serisinin kabin süspansiyonuyla donatılabileceği anlamına gelir.
MF 5400'ün sağlam olmakla birlikte yalın kabin süspansiyonu, sürücünün yorgunluğunu azaltmaya ve konforunu artırmaya yardım edecektir.
Hangi uygulama olursa olsun, bu yalın sistemin operatörden hiçbir girdi gerektirmediğinden, bağımsız ve tam kapasitede çalıştığından emin olabilirsiniz.
Taşıma, ekin biçme ve toprak işleme en ağır ve tekrarlanan görevlerden olup, MF 5400 Serisinin yeni kabin süspansiyonu, operatörü sürekli sarsan ağır işlere karşı tampon işlevi görecektir.
Bu yalın kabin süspansiyon sistemi, kabinin ön kısmındaki süspansiyon burçlarından ve arka kısmında monte edilen yay destekli bir çift amortisörden oluşur.
MF 5400 Seri traktörler: daha pürüzsüz bir sürüş, monte edilen ekipmanın daha hızlı ve güvenli taşınmasını sağlayarak sürücü konforunu daha da artırmaktadır.
Karşıdaki sayfa, MF 5400 Serisi kabin süspansiyonunun her zaman sağlığınız, güvenliğiniz ve konforunuzu güvenceye alarak maksimum verimlilikle çalışacağı alanları ve uygulamaları göstermektedir.
İdealdir: Balyalama işleri - Traktör izleri gibi engebeli, düz olmayan yerlerde traktör kullanmak daha kolay ve daha konforlu hale gelmiştir.
Hız: 5 - 20 km/saat**
İdealdir: Ekin biçme/ot çevirme/eğme ve balyalama işleri - Düz olmayan bir yerde çok fazla sürüş tekrarını gerektiren bir uygulamada MF 5400 Serisi kabin süspansiyonu çok büyük fayda sağlayacaktır.
Hız: 5 - 15 km/saat**
İdealdir: Taşıma - Çok iyi sayılamayacak yollarda mükemmel kontrol ve konforlu oturuş!
Hız: 10 - 40 km/saat**
İdealdir: İlaçlama/Gübreleme - Yüksek çalışma hızlarında bile güvenli, verimli ve dengeli bir ortamda çalışın.
Hız: 5 - 15 km/saat**
01 Sol ön süspansiyon burcu
02 Sol arka süspansiyon
* İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Kurumu tarafından Birleşik Krallık'tan elde edilen veriler bazında
** Ortalama çalışma hızı, koşullara ve kullanılan tarım makinelerine bağlı olarak değişebilir.
Ausgangstext - Englisch Epson’s RIP Selection Programme provides an informed choice for the Stylus Pro WT7900
XX March, 2010 – Epson has announced that its Stylus Pro WT7900, the world’s first aqueous inkjet proof printer with white ink, has four RIPs recommended under its RIP Selection Programme. This programme enables customers to easily find and evaluate the features and functions of the various RIPs available for this model on the Epson website (http://www.epson.co.uk/Graphic-Arts/Proofing/Printing/Epson-Stylus-Pro-WT7900).
The first RIPs to be selected for the Stylus Pro WT7900 under the new program are Din.a.x Mirage 1.3, EFI Colorproof XF 4.1, GMG ColorProof 5.1, Isi Graphic System Star Proof 6.016 and ORIS Color Tuner// Web 1.1.1. Specialised RIPs from third-party vendors can give Epson customers greater freedom in print scaling and allow a variety of simulation prints to be made with the simplest of operation. With the RIP Selection Programme, users can make an informed decision about the type of RIP that is suitable for their specific purposes.
ENJOY THE BIG GAME ON THE BIG SCREEN
READY FOR ACTION
Lightweight, sleek and portable, with the shortest projection distance in its class. Now it’s easy to watch the big game in any room on Epson’s latest projectors.
Epson EH-TW450
• Enjoy brighter images and life-like colours with Epson 3LCD imaging technology
• Ideal for daylight viewing with high Colour Light Output of 2,500 lumens
• Includes built-in speaker and low fan noise
• Epson’s unique E-TORL lamp technology provides up to 5,000* hours of lamp-life
Übersetzung - Türkisch Epson'un RIP Seçim Programı, Stylus Pro WT7900 için bilinçli seçim olanağını sunuyor.
XX Mart 2010 – Epson, beyaz mürekkebiyle dünyanın ilk sulu injket prova yazıcısı olan kendi Stylus Pro WT7900 ürününün, RIP Seçim Programı kapsamında önerilen dört RIP'inin bulunduğunu ilan etti. Bu program, Epson web sitesinde bu model için sunulan çeşitli RIP'leri müşterilerin kolaylıkla bulabilmelerini ve onların özellikleri ve işlevlerini değerlendirebilmelerini sağlamaktadır (http://www.epson.co.uk/Graphic-Arts/Proofing/Printing/Epson-Stylus-Pro-WT7900).
Yeni program kapsamında Stylus Pro WT7900 için seçilebilecek ilk RIP'ler şunlardır: Din.a.x Mirage 1.3, EFI Colorproof XF 4.1, GMG ColorProof 5.1, Isi Graphic System Star Proof 6.016 ve ORIS Color Tuner// Web 1.1.1. Üçüncü taraf tedarikçilerden sağlanan özel RIP'ler, Epson müşterilerine baskı ölçeklendirmede daha geniş bir serbesti tanıyacak ve en basit bir işlemle çeşitli simülasyon baskıları yapılabilecektir. RIP Seçim Programıyla kullanıcılar, kendi amaçlarına uygun olan RIP türü konusunda bilinçli bir karar verebileceklerdir.
BÜYÜK OYUNUN KEYFİNİ BÜYÜK EKRANDA YAŞAYIN
YENİ HEYECANLARA HAZIR MISINIZ?
Hafif, zarif ve portatif, kendi sınıfında en kısa projeksiyon mesafesine sahip. Epson'un en yeni projektörleriyle istediğiniz odada en büyük oyunu izlemek şimdi çok daha kolay.
Epson EH-TW450
• Epson 3LCD görüntüleme teknolojisiyle daha parlak ve gerçekçi renklerin keyfini yaşayın
• 2500 lümen yüksek Renkli Işık Çıktısıyla gündüz ışığında izlemek için ideal
• Dahili hoparlörlü ve düşük fan gürültüsü
• Epson'un eşsiz E-TORL lamba teknolojisi, 5000* saate kadar lamba ömrünü sağlamaktadır
Ausgangstext - Englisch Heathrow Airport is one of the few places in England you can be sure of seeing a gun. These guns are carried by policemen in short-sleeved shirts and black flak-jackets, alert for terrorists about to blow up Tie-Rack. They are unlikely to confront me directly, but if they do I shall tell them the truth. I shall state my business. I’m planning to stop at Heathrow Airport until I see someone I know. (...)
Astonishingly, I wait for thirty-nine minutes and don’t see one person I know. Not one, and no-one knows me. I’m as anonymous as the drivers with their universal name-cards (some surnames I know), except the drivers are better dressed. Since the kids, whatever I wear looks like pyjamas. Coats, shirts, T-shirts, jeans, suits; like slept-in pyjamas. (...)
I hear myself thinking about all the people I know who have let me down by not leaving early on a Tuesday morning for glamorous European destinations. My former colleagues from the insurance office must still be stuck at their desks, like I always said they would be, when I was stuck there too, wasting my time and unable to settle while Ally moved steadily onward, getting her PhD and her first research fellowship at Reading University, her first promotion.
Our more recent grown-up friends, who have serious jobs and who therefore I half expect to be seeing any moment now, tell me that home-making is a perfectly decent occupation for a man, courageous even, yes, manly to stay at home with the kids. These friends of ours are primarily Ally’s friends. I don’t seem to know anyone anymore, and away from the children and the overhead planes, hearing myself think, I hear the thoughts of a whinger. This is not what I had been hoping to hear.
I start crying, not grimacing or sobbing, just big silent tears rolling down my cheeks. I don’t want anyone I know to see me crying, because I’m not the kind of person who cracks up at Heathrow airport some nothing Tuesday morning. I manage our house impeccably, like a business. It’s a serious job. I have spreadsheets to monitor the hoover-bag situation and colour-coded print-outs about the ethical consequences of nappies. I am not myself this morning. I don’t know who I am.
Übersetzung - Türkisch Heathrow Havaalanı, İngiltere'de silah göreceğinizden emin olabileceğiniz birkaç yerden biridir. Silahları, sanki Tie-Rack'i teröristler havaya uçuracakmış gibi tetikte bekleyen, kısa kol gömlekli ve kurşun geçirmez siyah yelekli polis memurları taşıyorlar. Direk üstüme geleceğe benzemiyorlar ama, eğer gelirlerse onlara gerçeği söylerim. İşimi belirtirim. Heathrow Havaalanında tanıdığım birini görünceye kadar beklemeyi düşünüyorum. (...)
Hayret, otuz dokuz dakikadır bekliyorum ama tanıdığım bir tek kişi bile göremedim. Tek bir kişi bile yok ve beni kimse tanımıyor. Şoförlerin daha iyi giyinmiş olmaları hariç, evrensel isim kartlarıyla - bazı soyadlarına aşinayım - şoförler gibi meçhulüm. Çocuklardan ötürü, ne giydiysem pijamaya benziyor. Montlar, gömlekler, tişörtler, kotlar, takımlar sanki yatılmış pijama gibi. (...)
Bir Salı sabahı cazibeli Avrupa istikametlerine doğru yola çıkmayarak beni hayal kırıklığına uğratan, bildiğim o tüm kişileri düşünerek kendimi dinliyorum. Ally, doktorasını tamamlayıp Reading Üniversitesinden ilk terfisi olan araştırma bursunu kazanarak boyuna ilerlerken, zamanımı boşa harcadığım ve bir türlü dikiş tutturamadığım, sıkışıp kaldığım o sıralar öyle kalacaklarını hep belirttiğim, sigorta ofisinden eski iş arkadaşlarım halen masalarının başına saplanıp kalmışlardır.
Ciddi işleri olan ve dolayısıyla da şimdi her an görmeyi beklemediğim, daha hızlı yükselmiş arkadaşlarımız bana, aile sahibi olmanın bir erkeğe yakışır iş olduğunu ve hatta evet, evde çocuklara bakacak kadar erkekçe cesaret gerektiren bir iş olduğunu söylüyorlar. Bu arkadaşlarımız aslında Ally'nin arkadaşları. Artık kimseyi tanıyacağımı sanmıyorum, çocuklardan ve başımın üzerinde dönen uçaklardan uzak kendimi dinliyorum, kafamda dırdır eden isyankar düşünceleri dinliyorum. Duymayı umduğum şeyler değil bunlar.
Ağlamaya başlıyorum, yüz ekşiterek veya hıçkırarak değil, sadece sessiz, büyük göz yaşları yuvarlanıyor yanağımdan. Beni tanıyan bir kimsenin beni ağlarken görmesini istemiyorum, çünkü herhangi bir Salı sabahında, Heathrow havaalanında dağılacak kimselerden değilim ben. Evimizi sanki bir işyeriymiş gibi kusursuz yönetiyorum. Çünkü ciddi bir iş. "Hoover torbası" durumlarını izlemek için çizelgelerim, bebek bezlerinin etik sonuçlarına ilişkin, yazıları renklerle işaretlenmiş çıktılarım var. Bu sabah nedense kendimde değilim. Kendimi tanıyamıyorum.
Englisch > Türkisch: Nike's History & Heritage
Ausgangstext - Englisch History & Heritage
When Nike breathed its first breath, it inhaled the spirit of two men.
1950s
Before there was the Swoosh, before there was Nike, there were two visionary men who pioneered a revolution in athletic footwear that redefined the industry.
Bill Bowerman was a nationally respected track and field coach at the University of Oregon, who was constantly seeking ways to give his athletes a competitive advantage. He experimented with different track surfaces, re-hydration drinks and most importantly innovations in running shoes. But the established footwear manufacturers of the 1950s ignored the ideas he tried to offer them, so Bowerman began cobbling shoes for his runners.
Phil Knight was a talented middle-distance runner from Portland, who enrolled at Oregon in the fall of 1955 and competed for Bowermans track program. Upon graduating from Oregon, Knight earned his MBA in finance from Stanford University, where he wrote a paper that proposed quality running shoes could be manufactured in Japan that would compete with more established German brands. But his letters to manufacturers in Japan and Asia went unanswered, so Knight took a chance.
He made a cold-call on the Onitsuka Co. in Kobe, Japan, and persuaded the manufacturer of Tiger shoes to make Knight a distributor of Tiger running shoes in the United States. When the first set of sample shoes arrived, Knight sent several pairs to Bowerman, hoping to make a sale. Instead, Bowerman stunned Knight by offering to become his partner, and to provide his footwear design ideas to Tiger.
1960s
They shook hands to form Blue Ribbon Sports, pledged $500 each and placed their first order of 300 pairs of shoes in January 1964. Knight sold the shoes out of the trunk of his green Plymouth Valiant, while Bowerman began ripping apart Tiger shoes to see how he could make them lighter and better, and enlisted his University of Oregon runners to wear-test his creations. In essence, the foundation for what would become Nike had been established.
But Bowerman and Knight each had full-time jobs - Bowerman at Oregon and Knight at a Portland accounting firm - so they needed someone to manage the growing requirements of Blue Ribbon Sports. Enter Jeff Johnson, whom Knight had met at Stanford. A runner himself, Johnson became the first full-time employee of Blue Ribbon Sports in 1965, and quickly became an invaluable utility man for the start-up company.
1970s
He created the first product brochures, print ads and marketing materials, and even shot the photographs for the companys catalogues. Johnson established a mail-order system, opened the first BRS retail store (located in Santa Monica, Calif.) and managed shipping/receiving. He also designed several early Nike shoes, and even conjured up the name Nike in 1971.
Around this same time, the relationship between BRS and Onitsuka was falling apart. Knight and Bowerman were ready to make the jump from being a footwear distributor to designing and manufacturing their own brand of athletic shoes.
They selected a brand mark today known internationally as the Swoosh, which was created by a graphic design student at Portland State University named Carolyn Davidson. The new Nike line of footwear debuted in 1972, in time for the U.S. Track & Field Trials, which were held in Eugene, Ore.
One particular pair of shoes made a very different impression literally on the dozen or so runners who tried them. They featured a new innovation that Bowerman drew from his wifes waffle iron an outsole that had waffle-type nubs for traction but were lighter than traditional training shoes.
With a new logo, a new name and a new design innovation, what BRS now needed was an athlete to endorse and elevate the new Nike line. Fittingly for the company founded by Oregonians, they found such a young man from the small coastal town of Coos Bay, Ore. His name: Steve Prefontaine.
Prefontaine electrified the packed stands of Oregons Hayward Field during his college career from 1969 to 1973. He never lost any race at his home track over the one-mile distance, and quickly gained national exposure thanks to cover stories on magazines like Sports Illustrated and his fourth-place finish in 1972 in the 5,000m in Munich.
Pre challenged Bowerman, Johnson and BRS in general to stretch their creative talents. In turn, he became a powerful ambassador for BRS and Nike after he graduated from Oregon, making numerous appearances on behalf of BRS and sending pairs of Nike shoes to prospective runners along with personal notes of encouragement.
His tragic death at age 24 in 1975 cut short what many believed would have been an unparalleled career in track at the time of his death, he held American records in seven distances from 2,000m to 10,000m. But Prefontaines fiery spirit lives on within Nike; Knight has often said that Pre is the soul of Nike.
1980s
Nike entered the 1980s on a roll, thanks to the successful launch of Nike Air technology in the Tailwind running shoe in 1979. By the end of 1980, Nike completed its IPO and became a publicly traded company. This began a period of transition, where several of Nikes early pioneers decided to move on to other pursuits. Even Phil Knight stepped down as president for more than a year in 1983-1984, although he remained the chairman of the board and CEO.
By the mid-1980s, Nike had slipped from its position as the industry leader, in part because the company had badly miscalculated on the aerobics boom, giving upstart competitors an almost completely open field to develop the business. Fortunately, the debut of a new signature shoe for an NBA rookie by the name of Michael Jordan in 1985 helped bolster Nikes bottom line.
In 1987, Nike readied a major product and marketing campaign designed to regain the industry lead and differentiate Nike from its competitors. The focal point was the Air Max, the first Nike footwear to feature Nike Air bags that were visible. The campaign was supported by a memorable TV ad whose soundtrack was the original Beatles recording of Revolution.
A year later, Nike built on its momentum from the Revolution campaign by launching a broad yet empowering series of ads with the tagline Just do it. The series included three ads with a young two-sport athlete named Bo Jackson, who espoused the benefits of a new cross-training shoe.
In 1989, Nikes cross-training business exploded, thanks in part to the incredibly popular Bo Knows ad campaign. By the end of the decade, Nike had regained its position as the industry leader, the first and only time a company in the athletic footwear/apparel industry has accomplished such a feat. Nike has never relinquished that position again.
1990s
Buoyed by a series of successful product launches and marketing campaigns, Nike entered the 1990s by christening its beautiful world headquarters in suburban Portland, Oregon. In November of 1990, Portland became the first home to a new retail-as-theatre experience called Niketown, which would earn numerous architectural design and retail awards and spawn more than a dozen other Niketown locations around the USA and internationally.
While Nike had designed footwear and apparel for golf and soccer for a number of years, the mid-1990s signaled a deepening commitment to truly excel in these sports. In 1994, Nike signed several individual players from what would be the World Cup-winning Brazilian National Team. In 1995, Nike signed the entire team, and began designing the teams distinctive uniform. Nike also signed the US mens and womens national soccer teams, as well as dozens of national teams around the world.
In 1996, Nike Golf landed a vastly talented but as-yet-unproven young golfer named Eldrick Tiger Woods for a reported $5 million per year. Competitors laughed and critics howled at Nikes folly, until Tiger won the 1997 Masters by a record 12 strokes. No one is laughing now.
Nike also began investing in the sport of cycling, including a promising young cyclist who appeared to be on his way to success until he was diagnosed with cancer. He lost most of his sponsors, but Nike elected to stay with him. In 1999, Lance Armstrongs incredible comeback resulted in the first of what would be seven consecutive Tour de France titles.
2000s
Nike rang in the new millennium with a new footwear cushioning system called Nike Shox, which debuted during Sydney in 2000. The development of Nike Shox culminated more than 15 years of perseverance and dedication, as Nike designers stuck with their idea until technology could catch up. The result was a cushioning and stability system worthy of joining Nike Air as the industrys gold standard.
Just as Nikes products have evolved, so has Nikes approach to marketing. The 2002 Secret Tournament campaign was Nikes first truly integrated, global marketing effort. Departing from the traditional big athlete, big ad, big product formula, Nike created a multi-faceted consumer experience in support of the World Cup.
Secret Tournament incorporated advertising, the Internet, public relations, retail and consumer events to create excitement for Nikes soccer products and athletes in a way no single ad could ever achieve. This new integrated approach has become the cornerstone for Nike marketing and communications.
Today, Nike continues to seek new and innovative ways to develop superior athletic products, and creative methods to communicate directly with our consumers. Nike Free, Nike+ and Nike Sphere are just three examples of this approach.
Übersetzung - Türkisch Geçmişi ve Mirası
Nike ilk nefesini aldığında iki insanın ruhunu solumuştur.
1950ler
Swooshdan önce, Nikedan önce endüstri stilini yeniden tanımlayarak spor ayakkabısı üretiminde devrime öncülük eden, vizyon sahibi iki insan vardı.
Bill Bowerman, Oregon Üniversitesinde ulusal saygınlığa sahip atletizm hocasıydı ve sürekli olarak kendi atletlerine rekabetçi bir avantaj sağlamanın yollarını arıyordu. Farklı yarış pistlerini, rehidrasyon içeceklerini ve en önemlisi de koşu ayakkabılarındaki yenilikleri test ediyordu. Fakat 1950li yılların yerleşik ayakkabı üreticileri, önermeye çalıştığı fikirleri reddediyorlardı, dolayısıyla Bowerman, kendi atletleri için kendi ayakkabılarını geliştirmeye başlar.
Phil Knight, Portlandlı yetenekli orta mesafe atletti ve Oregona 1955 sonbaharında kaydolur ve Bowermanın koşu programında yer alır. Oregondan mezun olduktan sonra Knight, yüksek lisans öğrenimini Stanford Üniversitesi, finans dalında yapar ve orada kaliteli koşu ayakkabılarının Japonya'da üretilebileceği ve böylelikle Almanyanın yerleşik markalarıyla rekabet edilebileceğini öneren bir makale yazar. Fakat Japonya ve Asyadaki üreticilere yazdığı makaleler cevapsız kalır ve sonuçta Knight, risk almaya karar verir.
Japonya, Kobeda bulunan Onitsuka Co. şirketine ani bir telefon araması yapar ve Tiger ayakkabılarının üreticisini Knight'ı Amerika Birleşik Devletlerinde Tiger spor ayakkabılarının distribütörü olarak atamaya ikna eder. İlk numune ayakkabıları aldığında Knight, bir satış yapma ümidiyle Bowermana birkaç çift ayakkabı gönderir. Bunun yerine Bowerman, Knight'a şaşırtıcı bir teklifte bulunur, ortağı olmaya ve kendi ayakkabı tasarımı fikirlerini Tiger'a önermeye davet eder.
1960lar
Blue Ribbon Sports şirketini oluşturmak üzere el sıkışır ve her biri 500$ taahhüt eder ve ilk siparişleri olan 300 çift ayakkabıyı Ocak 1964te sipariş verirler. Knight, yeşil Plymouth Valiantında bavulundan ayakkabıları satarken Bowerman ise Tiger ayakkabılarını yırtarak onları nasıl daha hafif ve daha iyi yapabileceğine bakar ve Oregon Üniversitesi atletlerine test için kendi kreasyonlarını giymelerini sağlar. Özü itibariyle sonunda Nike olacak olan kuruluş, kurulmuş olur.
Fakat Bowerman ve Knightın tam zamanlı işleri vardır, Bowerman Oregondaydı ve Knight ise bir Portlandlı muhasebe şirketindeydi ve dolayısıyla Blue Ribbon Sports şirketi ürünlerinin artan taleplerini yönetecek birine ihtiyaçları vardı. Knightın Stanfordda tanışmış olduğu Jeff Johnson devreye girer. Kendisi atlet olan Johnson, 1965 senesinde Blue Ribbon Sports şirketinin tam zamanlı çalışanı olur ve kısa sürede yeni kurulmuş olan şirketin paha biçilmez adamı haline gelir.
1970ler
İlk ürün broşürlerini, reklam baskılarını ve pazarlama malzemelerini hazırlar ve hatta şirket katalogları için fotoğraf bile çeker. Johnson, postayla sipariş sistemini teşkil eder, ilk BRS perakende mağazasını açar (Kaliforniya, Santa Monicadadır) ve sevkıyat/alımı yönetir. O yine erken Nike ayakkabılarının bazılarını tasarlar ve 1971 tarihinde Nike adını getiren de o olmuştur.
Aynı zaman zarfında BRS ve Onitsuka arasındaki ilişkiler kötüye gitmeye başlar. Knight ve Bowerman, ayakkabı distribütörlüğünden kendi spor ayakkabılarının tasarımına ve üretimine geçmeye hazırdırlar artık.
Bugün uluslararası düzeyde "Swoosh olarak bilinen ticari markayı seçerler ki Portland Eyalet Üniversitesinde tasarım öğrencisi olan Carolyn Davidson tarafından grafik tasarımla oluşturulmuştur. Yeni Nike ayakkabı yelpazesi 1972 senesinde, Eugene, Oreda yapılan ABD Atletizm Denemelerinin yapıldığı zamanda belirir.
Ayakkabılardan bir çifti gerçekten farklı bir etki yapar yani ayakkabıyı deneyen bir düzine atlet üzerinde etki bırakır. Bu ayakkabılarda yeni bir inovasyon bulunmaktaydı ki Bowerman onu hanımının gofre ızgarasından almıştı ve yol tutuşu için gofre tip çıkıntıları olan bir dış tabanı bulunmaktaydı.
Yeni logoyla, yeni isimle ve yeni tasarım inovasyonuyla BRSnin tek gerek duyduğu, yeni Nike yelpazesini teyit edecek ve yüceltecek bir atletti. Oregonlular tarafından teşkil edilen şirkete uygun olarak onlar, Oreden Coos Bay küçük kıyı şehrinden bir genç adamı bulurlarr. Adı, Steve Prefontaine idi.
Prefontaine, 1969 ila 1973 seneleri arasında kendi kolej kariyeri sırasında Oregonun Hayward Sahası stantlarını elektriklendirir. Evinde, bir mil mesafe üzerinde hiçbir koşuyu kaybetmez ve Sports Illustrated gibi dergilerdeki kapak hikayeler ve 1972 senesinde Münihteki 5,000 metre mesafede dördüncü gelmesi sayesinde kıs zamanda ulusal düzeyde tanınır.
Pre; Bowerman, Johnson ve BRS'yi kendi yaratıcılık yeteneklerini germeye tetikler. Böylelikle, Oregondan mezun olduktan sonra BRS ve Nike için hayli etkili bir elçilik görevi yapar, BRS adına çeşitli çıkışlarda bulunur ve kendi teşvik notlarıyla atlet adaylarına Nike ayakkabılarını gönderir.
1975te trajik ölümü, birçok kişinin inandığı, pistte benzeri olmayan bir kariyeri sonlandırsa da ölümü sırasında 2,000 metre ila 10,000 metre arasındaki yedi mesafede Amerikan rekorlarına sahiptir bu genç adam. Fakat Prefontaineın coşkulu ruhu Nikela birlikte yaşamaktadır, Knight, Prenin Nikeın ruhu olduğunu sık sık söylerdi.
1980ler
Nike, Tailwindde Nike Hava Teknolojisini 1979da koşu ayakkabısında başarılı kullanmasından ötürü 1980'lere yükselişle girer. 1980 sonu itibariyle Nike kendi ilk halka arzını tamamlar ve halka açık şirkete dönüşür. Bu, bir geçiş dönemini başlatır ve Nikeın girişimcileri diğer alanlara da el atmaya karar verirler. Phil Knight, 1983-1984 döneminde bir yıldan fazla başkan olduktan sonra istifa etmesine rağmen yönetim kuruluşu başkanı ve CEO olarak kalır.
1980li yılların ortasında Nike, kısmen şirketin aerobik patlamasını yanlış değerlendirmesinden ve kısmen de rakiplerine işi geliştirmesi için kimsesiz bir meydan bırakmasından ötürü endüstri lideri konumunu kaybeder. 1985 yılında bir NBA yıldızı olan Michael Jordanun imzasıyla yeni ayakkabısının piyasada belirmesi Nike'ın alt çizgisini destekler.
1987 senesinde Nike, endüstri liderliğini yeniden kazanmak ve Nikeı rakiplerinden farklılaştırmak için yeni ürün ve pazarlama kampanyasını öne sürer. Belirgin Nike Hava torbalarını ilk ihtiva eden Nike ayakkabıları olan Air Max, üzerinde odaklanılan üründür. Kampanya, müziği orijinal Beatles bandı 'Revolution' olan hafızalarda kalıcı TV reklamıyla desteklenir.
Bir yıl sonra Nike, "Sadece yap!" sloganlı daha da tanıtıcı reklam serisini piyasaya sürerek 'Revolution' kampanyası üzerine kendi momentini kurar. Seri, yeni çapraz eğitim ayakkabısının faydalarını destekleyen Bo Jackson isimli genç çift spor atletiyle üç reklamı da kapsamaktaydı.
1989da Nikeın çapraz eğitim işi patlama yapar ve kısmen "Bo Bilir" reklam kampanyasının inanılmaz popülerliğinden böyle bir patlama gerçekleşir. On yıllığın sonunda Nike tekrar endüstri lideri konumunu geri kazanır, atletik ayakkabı/giysi endüstrisinde böyle bir başarı yakalayan tek şirkettir. Nike o zamandan beri bu konumunu hiç kaybetmemiştir.
1990lar
Bir takım başarılı ürün sürümleri ve pazarlama kampanyalarıyla yükselen Nike, 1990lı yıllara Portland, Oregon'daki güzel merkezinin açılışıyla girer. 1990 Kasımında Portland, birçok mimari tasarım ve perakende ödülü kazanacak olan Niketown isimli yeni perakendecilik tecrübesine ev sahipliği yapar ve ABD ve dünyada bir düzine diğer Niketownlar açılır.
Nike birkaç yıldır golf ve futbol için ayakkabı ve giysi tasarlasa da 1990lı yılların ortasında bu sporlarda gerçek bir başarı için derin bir adanmışlığı gerekmiştir. 1994'te Nike, Dünya Kupasının sahibi Brezilya Milli Takımından birkaç futbolcuyla anlaşma yapar. 1995te tüm takımla anlaşma yapar ve takımın özgün üniformasını tasarlamaya başlar. Nike aynı zamanda ABD bay ve bayanlar milli futbol takımlarıyla ve dünya genelinde düzenlilerce milli takımlarla da anlaşma yapar.
1996 senesinde Nike Golf, belirtilen yıllık 5 milyon dolara Eldrick "Tiger" Woods isimli, daha pek bilinmeyen fakat çok yetenekli bir golf oyuncusunu ileri sürer. Rakipleri buna gülerler ve eleştirmenler de Nikeın 'deliliğini azarlarlar fakat Tiger, 1997 senesinde 12 sayı bir rekorla Masters'ı kazanır. Artık kimse gülmemektedir.
Nike aynı zamanda, kanser teşhisi konana kadar başarıya giden yolda olan gelecek vaat eden genç bisikletçiyle bisiklet sporuna yatırım yapmaya başlar. Birçok sponsorunu kaybeder fakat Nike onu bırakmamaya karar verir. 1999 senesinde Lance Armstrongun inanılmaz başarısı, müteakip yedi Tour de France unvanına eşdeğer olan bir sonuç doğurur.
2000ler
Yeni milenyumda Nike, Sidney 2000de ilk çıkışı olan Nike Shox isimli yeni ayakkabı yastıklama sistemini ileri sürer. Nike Shox'un geliştirilmesi, 15 yıllık adanmışlık ve azmin doruk noktasıdır ki Nike tasarımcıları teknolojinin yakalayabileceği ufka ulaşmaya azmetmişlerdir. Sonuç, endüstrinin altın standardı olan Nike Aira dahil edilebilecek bir tamponlama ve stabilite sistemidir.
Nike ürünleri geliştikçe, Nikeın pazarlamaya olan yaklaşımı da gelişmiştir. 2002 Gizli Turnuva" kampanyası Nikeın gerçekten entegre küresel pazarlama çabasıydı. Geleneksel büyük atlet, büyük reklam, büyük ürün formülünü terk ederek Nike, Dünya Kupasını desteklemek üzere çok yönlü tüketici tecrübesini yaratmıştır.
Gizli Turnuva; hiçbir reklamın tek başına yakalayamayacağı, Nike futbol ürünleri ve atletleri için ilgi yaratmak için tanıtım, İnternet, halkla ilişkiler, perakende ve tüketici etkinliklerini kapsamatadır. Bu yeni entegre yaklaşım, Nikeın pazarlama ve iletişim politikasının köşe taşı haline gelir.
Günümüzde Nike, üstün spor ürünlerini geliştirmek için yeni ve inovatif yollar ve müşterilerle doğrudan irtibat kurmak için kreatif yöntemler aramaya devam etmektedir. Nike Free, Nike+ and Nike Sphere, bu yaklaşımın yalnızca üç örneğidir.
Englisch > Türkisch: Climate Change
Ausgangstext - Englisch Are the social protagonists sufficiently conscious of the necessity of this debate and of its importance? How can they participate in it?
The environmental NGOs are obviously very present in the debate, as is normal. The trade union organizations are becoming more and more interested in it, as are the employers’ organizations. The development NGOs are perhaps a little bit behind, but in a general manner the tendency is towards the broadening of participation in international conferences. In my opinion this is a very positive point.
It is not just a question of being present as spectator: these conferences are also an extraordinary occasion to share knowledge and to collectivize experience. Information is obviously a precondition. Without it no debate is possible. That is why I devote time to answering interviews and to meeting social actors, whoever they are.
But information is not enough: we need places for the debate, it has to be organized and those who take part on it have to know that it will serve some purpose. It is not a question of discussing for the sake of it.
What message are you carrying in this debate, as a climatologist?
Everyone can see that the impacts of climate change are becoming more powerful. The analyses of the group of Intergovernmental Panel on Climate Change (IPCC) can no longer be considered as alarmist. If we want to stay below 2˚C of temperature rise, we will have to reduce emissions of greenhouse gases by 80 per cent on a world level, well before the end of the century.
The emissions of the developed countries first of all, because they are the primary countries responsible and they have considerable means at their disposal. But also the emissions of developing countries. Without this global effort there is quite simply no solution possible, given the enormous mass of carbonic gas that has accumulated in the atmosphere over the last centuries.
Like very many specialists I consider that the situation is serious and requires much more resolute action than what has been put in place or is being envisaged by the international community. In relation to this I would draw your attention to the fact that several researchers, and not the least important ones, consider that the ceiling of 2˚C of maximum increase in temperature is too high and that it must be lowered.
“There is urgency, but that is not a reason to act with precipitation.”
So there is urgency?
There is urgency, yes, but that is not a reason to act with precipitation. Whatever we do, the inertia of the climate system confronts us with an inevitable rise in temperature. We have ten years. In the course of these ten years, very radical measures will have to be taken in order to save the climate in the following fifty years, and beyond that.
Rather than rushing ahead and taking spectacular measures whose articulation is not always sufficiently thought out, it is a question of preparing a global plan, including all the aspects of the problem. It is in this sense that the decade before us must be considered as decisive.
If it were possible to reduce emissions by 80 per cent in ten years without creating very great difficulties for the majority of humanity, I would be the first to argue for doing so.
But it is not possible. The plan to be worked out can therefore have no other goal than to limit to the maximum the causes and the effects of climate change, while knowing that these effects will be serious for certain populations.
From there comes the importance of adapting to changes, principally in the Third World, and as a complement to the reduction of emissions. This adaptation can take different forms.
For the small island states, it would probably involve migrating. Tuvalu has begun negotiations with Australia and New Zealand, and as you know they have got off to a bad start.
Beyond the migration of populations that are confronted with the rise in the level of the ocean, what should the plan that you evoke consist of?
I am neither Nicholas Stern nor God the Father. I have neither the resources, nor the personnel, nor the competences to reply alone to this question.
The problem that we have to confront is without precedent. To claim to have a ready-made solution would be pretentious. I am sceptical and distrustful towards this kind of discourse.
I have only one personal conviction: we need action on a very large scale, coordinated on a world scale, which will only be effective if it is presented in the form of a plan.
I am ready to think about it with all those who want to think, preferably in the framework of the United Nations Framework Convention. The plan has to be built up. It is not the job of scientists alone to elaborate it. They can enrich the discussions, but the answer is on the level of society. We need a wide-ranging debate.
If a plan was put on the table by a group of experts, other experts would consider it to be unrealistic, populations would consider it unacceptable, and it would be contested by the people who would have to implement it.
Even if I had such a plan, it would only be an outline, one piece to put among many others. I think that it should at least contain the following elements: measures making possible a fairly rapid transition towards models of development that are much less energy-consuming, based on giving priority to renewable energies, and territorial planning which reduces the demand for automobile transport, very strict norms for construction and fabrication, a true price of the impacts of the consumption of fossil or fissile energies, education at all levels on the reduction of our impact on the environment, scientific research that is reoriented towards really sustainable development, all of these while satisfying the essential energy needs of all the “tenants” of the planet.
Is it possible to arrive at a consensus on a plan to save the climate?
Answer: I would rather speak of indispensable compromises. The dramatic case of the inhabitants of the small island states is enough to indicate that a plan cannot be satisfying for everyone. That is obvious, it is in the nature of every human enterprise, of every political initiative. If the plan implies social regression for the whole of the developed world, it will not work.
I support the idea of avoiding social regression, I recognize the importance of social progress. But social progress for everyone, not only for the inhabitants of the developed countries.
I am not convinced that social regression would be an automatic result of measures of reduction of emissions of greenhouse gases. Let us note by the way that the Stern report doesn’t say anything different: it talks on the contrary about chances, economic opportunities. That can perhaps be contested, it is perhaps promising that people can have their cake and eat it too: I am not qualified to say.
In any case we have to take account of the fact that social regression can also be a result of climate change itself. This is even one of the big difficulties in working out the plan: there is a double unevenness, spatial and temporal, between the measures and their effects.
Temporal: given that climatic problems are caused by the accumulation in the atmosphere over decades of excessive quantities of C02, reducing emissions only very slowly affects the total that has accumulated; so to decide not to put into question today the advantages of which certain sectors of the population benefit could cause serious social regression in thirty or fifty years.
Spatial: the problem is all the more complicated because this social regression, in thirty years, will no doubt strike less hard those here whose advantages we will have decided not to put into question, whereas others, in Bangladesh or in Africa, for example, will bear the brunt of it.
Is the plan that you envisage conceivable without escaping from the mechanisms of the market?
Nicholas Stern, who is not the most radical of global justice economists, poses the following diagnosis: “climate change is the biggest and broadest market failure ever seen”. For me, who is not an economist, this diagnosis, if it is correct, would seem to indicate the difficulty of saving the climate while remaining in an “all market” system.
Venezuela is nationalizing its oil, Bolivia is nationalizing its gas, the trade unions in Quebec are demanding the nationalization of wind farms. Is collective ownership of energy resources not necessary for the working out of a plan?
The market is not the panacea, but is nationalization a solution? I did not know the case of Quebec that you evoke, I do not know the arguments that are put forward in this precise situation. But in a general fashion, I am not really sure that nationalization is the answer to the problem. EDF is a nationalized enterprise: is its strategy transparent, are its policies subject to democratic control?
Besides, I strongly doubt that nationalization leads to an improvement in terms of management. Are civil servants the most qualified to manage technical installations? We cannot deny the dynamism of the private sector on the level of investment and development.
Moreover, the balance sheet of the former USSR concerning ecology and management of resources is hardly encouraging... A debate is necessary about the conditions that have to be met so that management of resources responds to the interests of the collectivity, I agree. The objective must be that the populations should have their say.
Perhaps that involves nationalization in certain countries. But politics can also impose obligations of public service on private operators, so that certain guarantees are respected. The most important in my eyes is not to know who manages the resource, but to create the conditions for the way in which the resource is managed to give service to the widest public, while respecting the environment.
Übersetzung - Türkisch Toplumun önderleri bu fikir alıverişinin gerekliliği ve önemi konusunda yeterince bilgili midirler? Bu fikir alışverişine nasıl katılabilirler?
Çevre konusunda faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları, bu fikir alışverişine normal olduğu üzere hayli katılımcıdırlar. Sendikaların da işveren kuruluşları gibi her geçen gün daha da çok ilgisini çekmektedir. Sivil toplum kuruluşlarının gelişmişliği tabi ki biraz geridedir fakat genel olarak eğilim, uluslararası konferanslara katılımı ilerletme yönündedir. Benim fikrime göre bu çok olumlu bir nokta.
Bu sadece bir gözlemci olarak katılma meselesi değildir: bu konferanslar, bilgi ve tecrübe paylaşmak için olağanüstü etkinliklerdir. Bilgi alenen bir ön koşuldur. Bilgi olmadan fikir alışverişine mahal olmazdı. Bu nedenle ben, mülakatlara cevap vermeye ve kim olduklarına bakmaksızın sosyal aktörlerle görüşmeye zaman ayırıyorum.
Fakat bilgi tek başına yeterli değil. Fikir alışverişi için yere ihtiyacımız var, organize edilmeli ve katılımcılar da bir amaca hizmet edeceği konusunda bilgili olmalıdırlar. Yalnızca fikir alışverişinde bulunmak için fikir alışverişinde bulunulmaz.
Bu fikir alışverişinde bir iklim bilimci olarak ne tür mesaj vermeyi düşünüyorsunuz?
Herkes, iklim değişikliğinin etkilerinin daha da güçlendiğini görebiliyor. İklim Değişmesi üzerine Hükümetler arası Oturum grubu (IPCC) analizleri, artık bu konuda uyarıcı olarak değerlendirilemez. Eğer biz sıcaklık artışının 2oCnin altında gerçekleşmesini istiyorsak yüzyılın sonundan hayli önce sera gazlarının emisyonunu %80 azaltmak durumundayız.
Öncelikle gelişmiş ülkelerin emisyonları, çünkü öncelikle sorumlu olan onlar ve kendi tasarruflarında hayli imkanlara sahipler. Ve aynı zamanda gelişmekte olan ülkelerin emisyonları. Son yüzyıllarda atmosferde biriken karbonik gazın büyük miktarı dikkate alındığında böyle bir küresel girişim olmadan mümkün bir çözüm görünmüyor.
Birçok uzman gibi ben de durumun ciddi olduğunu ve uluslararası topluluğun sergilemiş olduğundan veya sergilemeyi düşündüğünden daha kararlı bir hareketin gerektiğini düşünüyorum. Bu bağlamda dikkatinizi şu gerçeğe çekmek istiyorum: bir takım araştırmacılar - ve bu araştırmacılar dikkate değer olanlar sıcaklıktaki 2oC'lik maksimum artış tavanının çok yüksek olduğu ve düşürülmesi gerektiği kanısındalar.
Acil bir durum bulunmaktadır fakat böyle bir acil durum, telaşa düşmek için bir neden değildir.
Demek acil bir durum söz konusu, öyle mi?
Evet, acil bir durum bulunmaktadır fakat böyle bir acil durum, telaşa düşmek için bir neden değildir. Ne yaparsak yapalım iklim sisteminin ataleti, sıcaklıkta kaçınılmaz bir yükselişin olacağını öngörüyor. On yılımız var. Bu on yıl içerisinde önümüzdeki elli yıl ve ötesinde iklimi kurtarmak için radikal kararlar alınması gerekecektir.
Acele etmek ve dayanağı yeterince düşünülmemiş olan gösteriş için tedbirler almaktan ziyade, sorunu tüm açılardan kapsayan küresel bir plan hazırlanmalıdır. Bu anlamda, önümüzdeki on yıllık süre, belirleyici bir dönem olarak değerlendirilmelidir.
İnsanlığın çoğunluğu için büyük zorluklar yaratmadan on yıl içerisinde emisyonları yüzde 80 düşürebilmek mümkün olsaydı, böyle yapılmasını savunacak ilk kişi ben olurdum.
Fakat bu olası değildir. Dolayısıyla, iklim değişikliğinin etkilerinin bir takım popülasyonlar için ciddi sonuçlar getireceği belliyken hazırlanacak planın, iklim değişikliğinin azami nedenleri ve etkilerini kısıtlamaktan başka bir amacı bulunamaz.
Bu noktadan hareketle, emisyonları azaltmaya ilaveten, esasen Üçüncü Dünya ülkelerinde değişikliklere adapte olmanın önemi ortaya çıkmaktadır. Bu adaptasyon farklı şekillerde geçekleşebilir.
Küçük ada ülkeler için muhtemelen göç söz konusu olacaktır. Tuvalu, Avustralya ve Yeni Zelandayla müzakerelere başlamıştır ve bildiğiniz gibi kötü bir başlangıca yakalanmışlardır.
Okyanus seviyesinin yükselişiyle karşı karşıya kalan nüfus göçünün ötesinde önerdiğiniz planın ihtivası ne olmalıdır?
Ben ne Nicholas Sternim ne de Tanrı Baba'yım. Benim ne kaynaklarım var ne de personelim ne de bu soruya tek başına cevap verebilecek yetkim var.
Karşı karşıya kaldığımız problem, emsali olmayan bir problem. Hazır bir çözümün olduğunu iddia etmek büyük konuşmak olacaktır. Böyle bir söylev konusunda şüpheliyim ve itimatsızım.
Kişisel tek bir kanaatim var: Yalnızca eğer bir plan şeklinde sunulursa etkili olabilecek, dünya ölçeğinde koordine edilen, büyük ölçekli bir harekete ihtiyacımız var.
Tercihen Birleşmiş Milletler Çerçeve Konvansiyonu çerçevesinde bu konuyu düşünmek isteyenlerle birlikte hareket etmeye hazırım. Plan yapılmalıdır. Böyle bir planı detaylandırmak yalnızca bilim adamlarının işi değildir. Oturumları zenginleştirebilirler fakat cevap, toplum düzeyindedir. Geniş kapsamlı bir fikir alışverişine ihtiyacımız var.
Eğer herhangi bir plan bir grup uzman tarafından masaya konursa diğer uzmanlar bunu gerçek dışı olarak değerlendirecek ve halk da kabul edilemez olarak değerlendirecek ve planı uygulayacak olan kişiler karşı çıkacaklardır.
Eğer böyle bir planım olmuş olsa bile ancak bir taslak olurdur ve bu taslak, birçok diğer taslaklarla birleştirilecek bir taslak olurdu. Kanaatimce en azından aşağıdaki öğeleri ihtiva etmelidir: Yenilenebilir enerjilere öncelik veren, daha az enerji tüketici özellikteki gelişme modellerine doğru hayli hızlı bir geçişi mümkün kılacak tedbirler, motorlu araç nakliyatına olan talebi düşürecek bölgesel planlama, inşaat ve fabrikasyon için hayli katı normlar, fosil veya fisil enerji tüketiminin etkilerinin gerçek bir bedeli, çevre üzerindeki etkimizin düşürülmesi konusunda tüm seviyelerde eğitim, gerçekten sürdürülebilir gelişmeye yönelik olan bilimsel araştırma, bunların hepsi gezegenin tüm "kiracılarının" hayati enerji ihtiyacını karşılayarak yapılmalıdır.
İklimi kurtarmak için bir plan üzerinde uzlaşmaya varılması mümkün müdür?
Cevap: Zaruri uzlaşmalardan konuşmayı tercih ederim. Küçük ada ülke sakinlerinin dramatik durumu, planın herkesi tatmin edemeyeceğini göstermek için yeterlidir. Bu açıktır, insan eliyle oluşturulmuş her teşebbüsün, her politik girişimin doğasında vardır bu. Eğer plan, gelişmiş dünyanın tümü için sosyal gerilemeyi ifade ediyorsa uygulanamaz.
Ben sosyal gerilemeden kaçınma fikrini destekliyorum, sosyal ilerlemenin önemini kabul ediyorum. Fakat sosyal ilerlemenin herkes için olmalıdır yoksa sadece gelişmiş ülkelerin sakinleri için olamaz.
Sosyal gerilemenin sera gazlarının emisyonunu düşürmeye yönelik tedbirlerin otomatik bir sonucu olacağı kani olmuş değilim. Dikkatiniz çekmek isterim ki Stern raporu farklı bir şey söylemiyor: Bilakis fırsatlar, ekonomik fırsatlardan bahsetmektedir. Tabi ki buna karşı çıkılabilir, insanların kendi pastalarını koruyabilmeleri ve onu yiyebilmeleri tabi ki ümit vericidir: Bunun böyle olacağını söylemek için ehil değilim.
Her halükarda, sosyal gerilemenin iklim değişiminin kendisinin bir sonucu olabileceği gerçeğini dikkate almak durumundayız. Bu husus, planın hazırlanması için hatta en büyük zorluklardan biridir: Tedbirler ve etkileri arasında zaman ve mekan açısından çifte engebe bulunmaktadır.
Zaman açısından: Atmosferde on yıllarca CO2'nin fahiş miktarlarının birikmesinin iklim problemlerine neden olduğu veriyken yalnızca emisyonların düşürülmesi, birikmiş olan toplamı çok az etkileyecektir ve bugün nüfusun belli kesimlerinin faydalandığı avantajların meselenin dışında tutulmasına karar verilmesi, otuz veya kırk yıl içerisinde ciddi sosyal gerilemeye neden olabilecektir.
Mekan açısından: Problem daha da karmaşıktır çünkü otuz yıl içindeki bu sosyal gerileme, avantajlarını meselenin dışında tutmaya karar verdiğimiz kişileri, örneğin Bangladeş veya Afrikadaki kişilerden şüphesiz daha az etkileyecektir ve asıl yükü sonuncular çekecektir.
Aklınızda canlandırdığınız plan, piyasa mekanizmalarından kaçınmadan düşünülebilir mi?
Küresel adaleti savunan iktisatçılar içinde en radikali sayılamayacak Nicholas Stern, aşağıdaki teşhisi ileri sürüyor, şöyle ki: iklim değişikliği, şimdiye kadar görülmüş en büyük ve en kapsamlı piyasa çöküşüdür. Bir iktisatçı olmamakla beraber bana göre eğer böyle bir teşhis doğruysa, piyasa sistemini bozmadan iklimi kurtarmanın zor olacağını göstermektedir.
Venezüella kendi petrollerini millileştirirken, Bolivya doğal gaz yataklarını millileştirirken, Quebecteki sendikalar, rüzgar çiftliklerinin milleştirilmesini talep ediyorlar. Enerji kaynaklarının müşterek mülkiyeti bir plan hazırlamak için gerek değil midir?
Piyasalar her derde deva değildir, peki millileştirme bir çözüm müdür? Bahsettiğiniz Quebec konusu bilmiyordum, bu konuda ileri sürülen argümanları da bilmiyorum. Fakat genel olarak diyebilirim ki millileştirmenin sorunun çözümü olabileceğinden pek emin değilim. EDF, millileştirilmiş bir kuruluş değildir: Stratejisi şeffaf mıdır, politikaları demokratik denetim altında mıdır?
Bununla beraber, millileştirmenin yönetim açısından iyileşmeye neden olacağı konusunda kuvvetli şüphelerim var. Kamu görevlileri teknik kuruluşları yönetmek için en ehil kişiler midir? Yatırım ve gelişme düzeyinde özel sektörün dinamizmini görmezden gelemeyiz.
Daha fazlası, kaynakların yönetimi ve ekoloji konusunda eski SSCBnin bilançosuna bakılırsa pek ümit verici olmadığı görülecektir. Kabul ediyorum ki kaynakların yönetiminin müşterek menfaatlere cevap vermesini sağlayacak koşullar konusunda fikir alışverişine ihtiyaç var. Halkların kendi görüşlerin dile getirebilmesi hedef olmalıdır.
Tabi ki bu bazı ülkelerdeki millileştirmeyi de kapsıyor. Fakat birtakım teminatların elde edilebilmesi için politikalar, özel işleticilere kamu hizmeti yükümlülüklerini yükleyebilir. Benim nazarımda en önemlisi, kaynakları kimin yönettiğinden ziyade, çevreye saygınlıkla beraber en geniş kitleye hizmet verecek şekilde kaynakların yönetilmesi için koşulların oluşturulmasıdır.
DipTrans IoLET, Distinction in Science and Technology
Specialization fields:
- Automotive
- IT
- Consumer Electronics
- Mechanical/Electrical Engineering
- Aviation/Space
- Chemical Engineering
- General Engineering
- Software localization
- Petroleum Engineering
- Mining/Mining Equipment
- Finance and Economics
- Public Administration, Social Sciences
- Medical Equipments/Pharmaceuitcals
- Biology
- Printing machines, typography
- Web site localization
- Video games
...
My detailed CV is available upon request.
Dieser Nutzer hat Kollegen beim Übersetzen von schwierigen Begriffen geholfen und dadurch KudoZ-Punkte erworben. Auf Gesamtpunktzahl(en) klicken, um Übersetzungen zu sehen.
Gesamtpunktzahl: 1054 Punkte Schwierigkeitsgrad PRO: 1011